(SADECE) ERKEKLERİN SÖYLEDİĞİ
ŞARKI[1]
GELİN ALMA ŞARKISI
Kızım
Sveta’ya ithafen.
Bahar akşamı. Oldukça soğuk. Nine, dede ve Ayteç ocağın ateşi başında
oturuyor. Dede adeti olduğu üzere ilginç espiriler dillendiriyor. Nine ise
onunla ilgilenmiyor, ineği yeni sağmış, sütü kaynatmak için Şıvanı asıyor.
Erkeklere (süte) dikkat etmelerini söylese de olacak, fakat onlara güvenmiyor, kendi kendine (süte) bakmaya başlıyor. O sıra gelin alma şarkısı duyuluyor.
Erkeklere (süte) dikkat etmelerini söylese de olacak, fakat onlara güvenmiyor, kendi kendine (süte) bakmaya başlıyor. O sıra gelin alma şarkısı duyuluyor.
...Güzeli getiriyoruz!
Roo-roo-roo-woredoo-ra!...
Böylesi durumlarda olduğu üzere nine telaşlanıyor, başını kaldırıyor, ocak
askısına asılı şıvanıde unutup, sanki vazifelendirilmişcesine aceleyle evden
çıkıyor. Ayteç’te ondan geri kalmadan peşisıra gidiyor. Ayteç, şarkıyı uzata
uzata söyleyerek tüfeklerle havaya ateş edip köy sokağından geçtiklerinde,
sesleri duyulmaz olana kadar dinlemeyi seviyor. Şarkının duyulduğu tarafa yüzü
dönük, O da dinliyor, göz ucuyla nineyi takip ediyor. Onun takındığı tavır çok
ilginç, sanki seksen yaşında değilmişte yeni gelinmiş gibi, dünyayı unutuyor,
sütte zaten bu yüzden taşıyor... Bu (aynı zamanda) öyle bir iki defa değil
çokça olan bir şey...
Öyküde anılan şarkının günümüzde
söylendiği şekillerden birisi.......
Nine sanki şöyle bir kalkıp adeta uçacakmış gibi başını ileriye uzatmış bir
şekilde kapı önünde duruyor, şarkı sesinin duyulduğu yöne doğru bakıyor. Şimdi
o, muhakkak yüreğinde çoktan evi bahçeyi terk etti, uzak uzak yerlere ulaştı.
Akşam üstü alacakaranlığını yırtarcasına gelin alma şarkısını delikanlılar tüm
güçleri ile söylüyorlar, fakat adeta ‘güzeli getiriyoruz’dan başka sözü de yok
gibi. Tüfekler patlıyor, ılga ılga söylüyorlar, karanlıkta kıvılcımlar
alavlanıyor, çocukcağız ninesinin solunda, onun kalbinin şahlanmışcasına
attığını hissediyor, zayıf, biraz (da) beli bükülmüş. Gençliğinde ninenin çok
güzel olduğunu söylerler...
Böyle gelinalma şarkısının duyulduğu akşamların ardından eve girildiğinde
nine kime gelin getirildiğini öğrenmek isteyerek sorular soruyor. En güzel
(hangi geline) şarkı söylendiğini tesbit eder. Böylesi (gelinin) nasibinin de
iyi olacağını söyler. Eğer birisi ‘Nasibi şarkıya mı bağlı?’ diyecek olursa da
kesinlikle kabul etmiyor.
- Öyle söylediğini bir daha bana duyurma, şarkısız gelinalma gelin alma
değil. Karanlık avlu diplerinde, çalıntılama-hırsızlama getirilen(in gelinliği)
[2]
nasıl bir gelinliktir?!!. Istırarî bir
varma, trajedik bir evlenme; şarkısız gelinalmaya gelin alma dediğini tabiiki
bana duyurma!
Bu akşam gelinalma şarkısı uzakta köyün baş (yukarı) tarafından duyulmaya
başladı. Köyün ortasından geçen geniş yolun üzerinden köyün diğer ucuna ulaştı.
Ayteç ‘işte şimdi mahallemizden birisine gelin getirildi, bir ev gelin evi
oldu, yaşadık’ demeye kalmadan geri döndüler, galiba köydeki herkes duysun
diyeydi.
Şarkı (sesi) ulaşması gereken yere ulaşana kadar nine bir şey söylemedi,
ardından azıcık iç geçirip eve geri girdi. Ayteç şarkı sözünün böylece
bitmesini istemeyerek bir müddet daha durdu. Fakat tüfek atışlarının galeyana
getirdiği köpek havlamalarından başka bir şey duymaz olunca ne yapabilirdi ki;
(o da) mutfağa geri girdi.
Ayteç o an nine ve dedenin birbirlerine kızdıklarına denk geldi. Daha önce
birbirlerine neler söylediklerini bilmiyordu ama ninenin şunları söylediğini
duymuştu;
- Gelinalma şarkısı söylenen uğurlu bir şekilde yola çıkmış olmadı mı[3]!
Yazık, yazık böyle bir şey bizim nasibimizde yokmuş, kara yamçıyla sarmalayıp
bizi getirdiler...
Dede ise kurnazca kalın kaşlarının
altından bakıp pala bıyıkları ile gülümseyerek;
- Sende başına geleni anladığında, ‘-Çabuk-çabuk, kardeşlerim yetişmeden’
diye bizi aceleye sokmuştun. Yapmamız gereken şeyleri yaptırtmışmıydın...
Nine sanki bu söylenenleri duymamış gibi
davranarak yine yakınmaya devam ediyor;
-Böyle güzel şarkı söylenen kimseye Allah ikramda bulunmuştur[4]
değil mi...
Nine bu sözleri yatana kadar defalarca söylüyor, ama dede kızmıyor,
gülümsüyor, bazen umulmayan espritüel-komik bir şeylerle cevap veriyor.
(Böylece) Ayteç nasıl olunması gerektiğini öğreniyor. Dede, iriyarı bir yaşlı,
gençliğinde cilasunvari güp-güçlüydü[5].
değirmenden tıkabasa doldurulmuş iki çuvalı hiç gibi alıp çıkarttığını
söylerler.
Anlatırlarki; (Dede) ninenin yanına gitmiş. Kendisine varmasını istiyor,
fakat, diğeri kardeşlerinden ürküyor, kardeşleri yürekli-güçlüler, imkanı ve
mülkü olan damat arzuluyorlar. Başlık parası altında eziyorlar. Bu yüzden (nine
de);
Öbürüyse, onu yamçıya sarmalayıp, atın üzerine koyup, haydi, gizlice
kimseye bildirmeden yollandı. Böyle olduğunda şarkı söylemekte gereksiz, bu
malum değil mi?
Şimdi ardından uzun yıllar geçmişken, nine (böyle) şarkı söylenenlere
özenmeye başladı. Ama kendisi erken (eski) zamanlarda doğduysa (bu) kimin suçu?
Şimdi kız kaçırmıyorlar[7],
kendisi istediği (kişiye) varıyor. Anne babası da kardeşleri de kendi
istediğine varmasına engel olamazlar.
Çocuk yattı ama uyumadan uzun zaman uzandı. Bazen uzaktan yine şarkı
başlamış, bu yana geliyorlarmış gibi sanıyor, irkiliyordu. Dinliyor, fakat bir an yakınlaşan şarkı daha
uzaklaşıyordu. Akşamları sokakta çocukların şarkı söyledikleri de çıkıyordu ama
bu şarkılar içerisinde nineyi dışarı çıkartacak şarkı çıkmıyordu. (Dışarı
çıkmayı) boşverin zaman zaman çocukların arsızlık yaptıklarını, söylediklerinin
kimseye faydası dokunmayan şeyler olduğunu da düşünürdü. Gelin alma şarkısı ise
başka. O, insanın yüreğini şöyle bir, bir şeyler yapıyor. (İnsanın kalbi)
atmaya başlıyor, sanki (senin) başına mutlu bir durum gelmiş gibi sanmana
vesile oluyor....
Ayteç’e başka bir şey daha da enteresan geliyor. Yahu, okulda büyük
(çocukların) korosu var, kendisi de koroda. Şarkıları öğrenmek ve uyum içinde
söylemek için çok uğraşıyorlar. Bu gelinalmacılar bunu nasıl öğrendiler ki?
Nasılda uyumlu, bir arada uzatıp dinlenir kılıyorlar? Onlar istediğin (her)
ansamble ile yarışırlar. Birisi başlıyor, diğerleri yürekten koro oluyorlar,
tam zamanında da tüfek patlatılıyor.
Eski mi, eski, belliki yakın zamanlarda yazılmış şarkılardan değil, bu gelinalma
şarkısının yaşı yüzlerce yıllık olmalı. Fakat nasılda (insanın) yüreğini
heyecanlandırıyor? Ne kadar yoğun duygu ve düşünce yüklü?
Sadece sokaktan geçtiler –gittiler, fakat, nineyi, dedeyi de, Ayteçi de
(hatta) köyümüzde yaşayan herkesi de heyacanlandırdılar. Hepsi de (şimdi)
tahminen uyumuyor.
O an, çocuğun aklına mahallelerinin
kızlarından Nuriyet geldi. O da yaşıtı, onuncu sınıfta okuyor, yazında
aynı çalışma ekibinde birlikte çalışıyorlar. Okulu bitirdiklerinde Traktör
Ekibine girmeği arzuluyorlar ve şimdi traktörist olmak üzere çalışıyorlar. Bazı
çocuklar Nuriyetin kibirli olduğunu söylüyorlar fakat Ayteç’e öyle gelmiyor,
arsız çocuklara yüz vermiyor da ondan böyle söylüyorlar olsa gerek.
Tabii böylesi (daha) doğru değil mi?
Şimdiye kadar Nuriyete ‘gelinalma şarkısını sevip sevmediğini’ hiç
sormadı. Okuldan geri dönerken pek çok şey hakkında konuşuyorlar, ama şimdiye
kadar evlenmek-varmak[8]
gibi konulara sözce ulaşmadılar.
***
Adetleri olduğu üzere, Nuriyet gelene kadar Ayteç sabahları bahçe kapısı
önünde bekliyor. Kızcağız, güle güle, hoplaya zıplaya bahçeden çıkıyor. İkisi
yanyana tretuardan gidiyorlar. O’na ne
olursa olsun bir şey söylemek istiyor.
-Dün akşam duydun mu?
Anlamamış gibi yaparak;
-Ne duymam gerekiyordu ki?
-Gelinalma şarkısı.
-Duydum.
Nuriyetin bu sözü söyleme şeklinden-sesinden onun gelinalma şarkısını
sevdiği belli oluyor. Diğeri de kim evleniyor, kim gelin geldi diye sormuyor,
kendisi de soruşturmuyor. Ama dün akçşam olanlardan her birisi de memnun, bu
yüzden yürekleride çokça kıpraşıyor.
Böyle olduğunda Ayteç ufaklığından itibaren Nine ve dedesinin yanında
yaşadığından memnuniyet duyuyor.Üç dayısı da ikinci dünya savaşında vefat etti,
kendileri ise beş kardeş oluyorlar. Çocuklardan birisinin yaşlıların yanında
kalması gerekir ya, şans Ayteçe vurmuş olmalı ki nine ve dedeye onu verdiler. O
zaman Ayteç’in (onların yanına) gitmeyi istemediğini söylüyorlar, eğer yalan
atmıyorlarsa bu delilikti, çünkü Nine ve dedenin evindeki özgürlüğü kardeşleri
evlerinde rüya olarak dahi görmüyorlar. Sadece bu da değil, nine ve dedeyi çok
seviyor ve aynı zamanda çok iyi bir
mahallede de yaşıyorlar...
Böyle, hemen hemen her akşam denilsede yeri olacak şekilde kçyde gelinalma
şarkısı duyuluyor. Ayteçte ondan geri kalmıyor peşi sıra atılıyor. Ya evin
önündeki taşlığa ya da hava iyi ise
bahçe kapısına çıkıyorlar[9].
Nine şarkı (söyleyenler) varacağı yere ulaşıncaya kadar dinleyerek dikiliyor.
Daha sonra kapının önğne vardığında dedeye duyurarak mırıldanıyor;
- Güzelce gelin alma şarkısı söylenenlerden olsaydık, iş mi bu, eski kara
yamçıya sarmalanıp...
Dede ise her keresinde pala bıyıklarının altından gülümsüyor.
***
Bir gün dede odun yapmaya ormana [10]
giderken nineyi de ‘baharda ormanın
nasıl olduğunu görmek istediğini’ söyleyince yanında götürdü. Ayteç’te ninenin
defalarca ‘ bir bahar gelseydi, orman da kır da yeşillenseydi’ dediğini
duymuştu.
Karanlık oldu, fakat nineyle dede geri dönmedi. Ayteç onları dış kapıda
bekliyor. Köyün alt tarafında, ormanın kenarından, o an, gelin alma şarkısı
duyulmaya başladı. Ayteç içinden ‘-Köyümüzden bir çocuk Kanhable’den gelin
getiriyor olmalı’ dedi. Evet, şimdi şarkı daha da yaklaşıyor, yaklaşıyor, bazen
de tüfekler patlıyor. Kapı açılış sesleri de duyuluyor, şarkı köylüleri
evlerinde oturtmuyor. Önemli işi olanlarda işi bırakıyor, çünkü gelin alma
şarkısı böyle bir şey, ondan saklanmak mümkün değil. (Yerinde) oturamaz (buna
şarkı izin vermez), dışarı çıkarsın.
Gelin getirilen araba köyün ortasında sakin-sakin ilerliyor[11]
başka (gelin almalarda olduğunun aksine) atlar koşmuyor, acele etmiyorlar.
Son yıllarda herkes otomobille gelin getiriyor, tek tükte gelin alma heyeti
çok sayıda otomobille gelin getirmeye gidiyor[12].
Mahallelilerimizin arabanın nereden çıkmış olduğunu bilmiyorcasına hayret
etmeleri de bu yüzdendi. Arabanın da iyi bir tarafı var; içinde oturan grubun
söylediği şarkının sesini herkes duyuyor, otomobilde sıkıştırılmışcasına
oturduklarında ise, ses öyle (iyi) duyulmuyor.
Köyün ortasına ulaştıklarında, yine bu yöne döndüler.
...Güzeli getiriyoruz!
Roo-roo-roo-woredoo-ra!...
Mahallede bir gelinevi olsa iyiydi, akşamları oynamaya (düğüne)
gideceklerdi. İyi ama (mahallede) evlenme çağında (delikanlı) yokki. Ayteç’in
onsekiz yaşına girmesi için üç ayı daha var. Şarkı (sesi) sokaktan duyulup
gelmeye başladığında böylesi düşünceler (aklında) canlandı. Akşam karanlığında,
yolun ortasından iki yanında bir grup
atlı eşlik ederek gelen iki at koşulu arabayı gördü. Tüfekle ateş edildi,
karanlığa ateş alazı yayıldı. Aralarından birisi (bütün) mahalleyi
dinletircesine bağırdı;
-Bahçe kapısını aç! Aç diyorum, yoksa (kapıyı) yıkıyoruz!
Ayteç acele ile kapıya ulaşana kadar bir atlı yaklaştı, el atıp, hiç
zorlanmadan bahçe kapısını araladı. Araba direk bahçeye girdi. Baktığında, nine
ile dede arabanın önünde oturuyor, arabanın arkasında ise bir miktar kuru ağaç
bağlı. Nerede gelin getiren, nerede gelin gelen? Atlılar bahçeye girmeden arkalarında gülümseme seslerini bırakarak sokak
aralaığından geri döndüler.
Nine elinde torba, homurdanarak eve girdi. Dede de atları saldı, arabayı
boşaltıp eve girdi. Çocuğa bakarak sesi duyulur-duyulmaz (bir şekilde)
gülümsüyor. Dede böyle gülümsediğinde olanları sorma, o zaman komik bir şey
karıştırmış (demektir).
Nine;
- Şunun bana yaptığı, şunun bana yaptığı..! Beni elaleme rezil etti[13]!
Bu yaşlılığımda bütün köyü bana güldürtürdü! Nasıl deli bir bunağa denk geldim
yahu, bu !...
Ayteç ise şimdi olanları anladı. Dedenin madrabazlığının ulaşmayacağı ne
varki, hayvan çiftliği çalışanı delikanlıları kışkırtıp, onlara gelin alma
şarkısı söyleterek nineyi köye getirmelerini sağladı.
Karanlık olana kadar dede işini uzatmıştı, diğerleri ormanın içinde onu
bekliyorlardı, yola koyuldukları gibi arabanın iki yanına atlı delikanlılar
durup ormanda da ovada da yankılanan şarkıyı söylemeye başladılar.
...Güzeli getiriyoruz!
Roo-roo-roo-woredoo-ra!...
- Şunun bana yaptığı, şunun bana yaptığı!...
Nine bir türlü rahat bulamıyor. Kızıp köpürüyor. Dede de ardında,
yaptığından pişman olmuş bir görüntü vererek;
- Yahu, kalbini kırmak istemedim, Suret. – Dede olmaz bir şey yaptığıoda
ninenin adını güzel bir şekilde söylüyor – Sadece hoşuna gider sandım...
- Konuşma, konuşma, ben seni biliyorum. Senin hayatın boyunca vazifen o,
benle dalga geçince mutlu oluyorsun... Şunun bana yaptığı, sunun bana yaptığı!
Nine böyle konuşuyor fakat (işin doğrusu) başına gelen şeyden de çok
hoşlanmamış olsa gerek....
Sabah Nuriyet bahçe kapısının önüne geliyor. Hiç bir şey söylemiyor. Daha
önceleri olduğu gibi gülmüyor. Bir etrafa, bir de Ayteç’e bakıyor, sanki hayret
ediyor gibi, ardından da yüzünü asıyor.
- Okula gidiyormusun?
Okula gidiyor olmasından neden hayret ediyor olduğunu anlamıyor.
- Gidiyorum.
Hiç bir şey söylemeden bir müddet geçiyor.
- Yeni evlenenler okula giderler mi, (hiç) utanmıyormusun?!
- Yeni evlenen de kim?!
-Sensindir. Dün gece...
Şimdi anladı; Nuriyet dün akşam evlenenin Ayteç olduğunu sanıyor.
Kızlar ne kadar çabuk sanılar elde ediyorlar? Bu kadar kolay evlenemeyeceğini
bilmiyorlar, nasıl olursa olsun, aklına geldiği gibi evlenilecek olmadığını
anlamıyorlar.
- Bilmiyorsan söyleyeyim; Dün gece dedeyle nine evlendi. Anladın mı?
Çoktandır evliydilerse
de... O zaman sen de ben de anne babalarımız da (dünyada) yoktu. (O zaman)
gelin alma) şarkısı söylememişler, anlaşılır diye korkmuşlar. O zamanlar kızlar istediklerine
varamıyorlardı, en çok başlık parası verene veriliyorlardı. Dedem büyük
yiğitlik gösterdi – Ninemi yamçısına sarmalayıp öyle getirdi.... (Dedemin gelin
alma) şarkısı (söyletmek) üzerine düşen borcuydu. Şimdi şarkı eşliğinde
getirdi. Şimdi anladın mı?
- Ne kadar enteresan!?
– Nuriyet gülümsemeye
başladı. Sanki bir iyilik yapmış gibi (Ayteçe)
razı bir şekilde bakıyor. Ardından (Ayteç) nereden aklına geldiği
anlaşılmaz bir şekilde;
- Gelin alma şarkısını ben
seviyorum, hiç durmadan dinlesem de bıkmam. Ya sen?
-Ben de seviyorum. Bu şarkı neden güzel onu da biliyorum.
Ayteç (bu şarkının neden güzel olduğunu) bilmiyor, genç kızın da bunu
bilmesi ona ilginç geliyor.
- (Peki) neden güzel?
- (Sadece) erkekler söylüyorda ondan...
Ayteç ve Nuriyet ellerinde çantaları yoldalar. Keyifliler. Çünkü; dünya
güzel, gökyüzü tertemiz, ağaçlar çiçekli. Bazen Nuriyetin sallanan örgülü
saçlarına bakıyor. Genç kızın da gizli bir mutluluğu olduğu yürüyüşünden
davranışlarından belli oluyor. Delikanlının kalbi ise göğüs kafesinde
çırpınıyor; ‘Nasibinin zamanı mı geldi ne?’
Dün akşam duyduğu gelin alma şarkısına geri dönüp eşlik etmeyi arzuluyor.
Ayteç gelin alma şarkısını öğrenecek. Bu şarkıda iki kelimeden başka bir
söz olmamasına inanmıyor. (Vardır) ama insanlar unutmuşlardır. Dünya da çok şey
oldu, insanlar nasiplerinden utanırcasına.... Delikanlığının yüreğine dolan
şeylerle aklına gelenler farklı; Gelin alma şarkısına söz yazsa da olur. Yoksa
Nuriyet için sadece ‘Güzeli getiriyoruz!’ denilmesi yetmez, onun nasıl bir
güzel olduğu anlatılmazsa...
İkisi yolda bahar çiçeklerinin kokusu ile mest olmuş gidiyorlar.
Delikanlının gönlüne doğan şeyleri Nuriyet bilmiyor olmalı, ama şu an kadar
birbirlerine yakın, dünyaya sığmaz oldukları bir zamanda olmadı.
- Şarkısız düğün, düğün değil ki...
Sıcak yüreklilik dolu bir sesle bakışlarını uzağa atarak Nuriyet te
tekrarlıyor.
- Tabiki öyle. Şarkısız düğün, düğün değil...
AŞINE Hazret
Çeviri; AÇUMIJ Hilmi
[1] Ç.N; Çerkes kültüründe gelin alma esnasında
söylenen tekrarlanan nağmeyi sadece erkekler söyler. Bu yüzden ‘ЛIымэ къаIорэ орэд – Erkeklerin söylediği
şarkı denildiğinde bunun sadece erkekler tarafından söylenen gelinalma
şarkısı olduğu anlaşılır-bilinir, Fakat Türk kültüründe böylesi bir kavram-olgu
olmadığından çevirisinde ayrıca parantez içerisinde ‘Sadece’ ifadesini
kullanmaya ve dip notla gerekçesini açıklamaya gerek gördüm.
[2] Çerkes kültüründe kız kaçırma geleneği ananeler arasında yer
alan bir evlenme şeklidir. Kız kaçırmak deyimi gençler arasında jargonda ‘Çalmak – атыгъун şeklinde de söylenir.
Fakat kaçırılan kız için kesinlikle çalınan şeyler için söylenen ‘çalıntı, hırsızlama – нэгъуадж’ kelimesi
kullanılmaz.
Bunda,
akınlar-baskınlar neticesinde getirilen-elde edilen esirlere de цIыф нэгъуадж – ganimet-hırsızlama
(getirilmiş) insan denilmesi, kötü halleri görülen kimselere de böylesi
esir-kölelere benzetme anlamında yine aynı deyimin kullanılmasının etkisi
vardır. Bu deyim söz konusu şekilde elde edilmiş kişilerin kendilerine dahi
söylenmez, söylenmesi ise ayıp karşılanırdı.
Günümüzde
Adıgey yazın dilinde ve halk ağızlarında-dialektlerinde цIыф нэгъуаджэ – Ts’ıf neğuace kötü insan anlamını kazanmış, ilk
anlamını yitirmiş olarak kullanılır.
İnsan için
kullanıldığında birincil anlamı olan ‘Esir edilmiş, köleleştirilmiş’
manası-anlamı Adıgey yazın dilinde de halk ağız ve diyalektlerinde de anlam
kayması geçirmiştir.
Bu
açıklamayı dip notu olarak vermemdeki amaç ise\ bu (eski çerkesce de) birincil anlamı içeren
manadaki hakareti Türkiye de yaşayan Çerkeslerin son zamanlarda bu kelime ile
değil vuneut kelimesi ile vermeye
başlamış olmalarıdır.
Bunda
kültürel algıda (Adıgey’de olduğu gibi doğal bir) değişiklik olmasından ziyade
dilin uğradığı asimilasyonun etkisi bence daha büyüktür. Dilde asimilasyonun
olmadığı dönemlerde aynı anlamı taşıyan hakaret Türkiyede de ya цIыф нэгъуаджэ – Ts’ıf neğuace yada хьатыуэл – hatıvel deyimleri ile
kullanılırken günümüzde Türkiyesinde çerkescenin asimilasyon etkisi ile
yozlaşmasıyla ‘vuneut’ şeklini
almıştır. Halbuki daha önceleri bu kelimenin hakaret için kullanılması ayıp
karşılanırdı.
Kısaca
gençler arasındaki jargonda kız kaçırmaya- çalmak denilse bile geline kesinlikle
нэгъуадж denilmez.
Ninenin
cümlesinde ise bu durumu (kız kaçırmayı) hoş karşılamadığını iyice belli etmek
üzere kaçırılmış-hırsızlama gelin anlamında ‘агъэнэгъуаджэзэ къащагъэр – çalıntılama hırsızlama ile getirdikleri’
tabiri yer alıyor.
[3] Cümlede yer alan Сыхьатмафэ
ежьэн – sıhatmafe yejen deyiminin Türkçe’de tam karşılığı yoktur.
En yakın
karşılık bulduğu deyim ise güle güle
gitmektir. Güle güle deyiminin
kapsamı altına şunlarda girer; гъогумаф, сыхьатмаф; лъэпэмаф; güle güle gidiniz! гъогумаф, гъогумаф(эу
шъутехь)!, гъогумафэ (тхьэм) урегъажь (утырегъахь)!; гъогумафэ шъуежь апщи!;
тхьэм лъэпэмафэ уегъэдзы!
Cümlede yer
aldığı halinin en uygun çevirisinin ise
‘uğurlu (bir şekilde) yollanmak’ şeklinde olmasının türkçe anlaşılırlık
açısından daha uyumlu olacağını düşündüm.
[4] Çerkesce de «Тхьа етагъ – Allah verdi, ikram etti, sundu» şeklinde bir deyim vardır. Bu deyimle Allah’ın
ihsan etmesi- nasip kılması kast edilir. Benim bildiğim kadarı ile Türkçede
‘Allah’ın ihsan etmesi’ deyimi Çerkesce’deki gibi yaygın kullanılmaz. Bu yüzden
daha kolay anlaşılır olması için deyimi ‘Allah
ikramda bulunmuştur’ şeklinde çevirdim.
[5] Батырым фэдэу
кIочIэшхуагъэ ifadesinde yer alan Batır kelimesi birebir Türkçede Batır, yiğit, alp kelimelerine
karşılık gelir. Fakat cümlede Türkçe’de yer alan Pehlivan gibi deyiminin içerdiği anlama sahip bir mana
yüklenmiştir. Yazar Pehlivan kelimesini kullanmadan bu benzetmeyi yapmış olduğu
için günümüz Türkçesinde az kullanılan, Çerkesce cümlede bu kelimenin
yüklendiği anlamı birebir karşılayan cilesunvari
deyimini kullanmayı (yazarın stilini muhafaza etmek adına) uygun gördüm.
[6] Metinde
yer alan еужьыр kelimesinin Türkçe
olarak ilk akla gelen anlamı yallah veya
haydi kelimesinin yüklendiği anlamdır, örneğin yallah çocuklar шъуеужьыр кIалэхэр, ikincil anlamı ise Haydisene sözcüğüdür. Fakat her iki
sözcüğünde bu kelimenin cümledeki kullanışı ile tam örtüşmediğini düşünerek
türkçe ifadenin daha anlaşılır olması için ‘Çabuk –çabuk’ ifadesini kullandım.
[7] Burada, edebiyat dilinde ve tüm halk ağızlarında,
dialektlerde Kız kaçırmak ifadesinin
gerçek ve en yaygın kullanışı dile getirilmiş, daha önceki açıklama notlarından
2 numaralı nota göz atınız.
Пшъашъэр
ахьын – pşaşer ahın deyiminin Türkçedeki anlamca karşılığı olan deyim kız kaçırmaktır, birebir kelimesel olarak çevirisi ise ‘Kızı götürmek’tir ve Türkçeye böyle
çevirdiğimizde Çerkesce ve Çerkes kültüründe hoş görülmeyen, anlatılmak
istenilen şeyden çok uzak anlamlar taşıyan bir hale dönüşür.
Kaçırmak
kelimesinin Çerkescedeki karşılıkları ise şu şekildedir.
KAÇIRMAK 1) хэгъэхьажьын; kurtu ormana
kaçırdık тыгъужъыр мэзым хэдгъэхьажьыгъ; 2) кIигъэIэжьын; кIигъэтхъужьын; işçileri kaçırdı лэжьакIохэм
кIариигъэIэжьыгъ; 3) ышъхьэ регъэхьыжьэжьын; arkadaşını kaçırtacaksın уиныбджэгъу ышъхьэ ребгъэхьыжьэжьыщт; 4)
блэгъэкIын, зыIэкIэгъэкIын, блэутIупщын; geç
kalıp dersi kaçırdım кIасэу сыкъани десэр блэзгъэкIыгъ; 5) перен. зыкIэгъутхьажьын; çocuk yine kaçırdı сабыир джыри
зыкIэгъутхьажьыгъ; 6) перен. ышъэ
икIын, ышъхьэ зэкIокIын; kaçırdı ышъхьэ
зэкIокIыгъэ
(KIZ) KAÇIRMAK (пшъашъэ, шъуз, бзылъфыгъэ) къэхьын, тыгъун; kıza: ‘-seni kaçıracağım’ dedi пшъашъэм:
«- усхьыщт (устыгъущт)» риIуагъ
[8] Çerkesce'de evlenmek kelimesi erkek ve kız için farklı
kelimler olarak kullanılır. Evlendi kelimesi erkek için къищагъ, kız-kadın
içinse дэкIуагъ şeklinde söylenir.
Cümlede yer alan къэщэн-дэкIон = keşen-dek’on
ifadesini bu yüzden evlenmek-varmak şeklinde çevirdim.
[9] Лъэгуцэм теуцох ifadesinde yer alan лъэгуцэ
kelimesi bölgeler arasında farklı anlam taşır. Kazık temelli evlerde, böyle
evlerin inşaa edildiği bölgelerde (ovalık arazide yaşayan Bjeduğ, Abdzah ve
Çemguy bölgelerinde), kapı önüne, saçak altına dizilmiş taşlar-taşlık
anlaşılır. Üst üste konulmuş taşlarla örülmüş temel üzerine inşa edilmiş
evlerde ise temel kuşağı (лъачIэ) altında
yer alan taş dizesi anlaşılır.
Лъэгуцэ birleşik kelimedir; Лъэгу (taban)
ve цэ (diş) kelimelerinin birleşmesinden
oluşmuştur. ЛъачIэ (temel ahşap vb.
kuşağı) altında yer alan bu taşların uzaktan sanki evin tabanında yer alan
dişler gibi gözükmesinden kaynaklanan sanatsal bir anlatımla oluşturulmuş güzel
bir benzetmedir de.
Лъэгуцэм теуцох ifadesinde yer alan теуцох – üzerine basıyorlar,
kelimesi ise olayın geçtiği köyün ovalık, kazık temelli evlerin inşaa
edilmesinin gelenekselleştiği bölgede olduğunu gösteriyor. Çünkü burada
bahsedilen лъэгуцэ’nin üzerine basılıyorsa evin emelini oluşturan taşlardan değil evin
saçak altı-eteği, ev kapısı girişinde döşenmiş
olan taşlardan bahsediliyor demektir.
Bu yüzden
kelimeyi türkçeye (bence) en yakın anlamı olan ‘evin önündeki taşlığa’ şeklinde
çevirdim.
[10] Çerkesce metinde
orman yerine гъуй kelimesi kullanılıyor. Гъуй- ğuy
denilen ağaçlık alandan kastedilen altı çalılık-odunluk ağaçla kaplı
ormanlık-koruluk (мэз пырыпыцу) arazidir.
Türkçede bu
kelime en yakın belki savana sözcüğünde anlam bulur. Daha dar
alanlarda yer alan korular-ormanlar için bu kelime kullanılmaz. Yoğun-kesif
orman içinse çerkescede мэз цун deyimi
kullanılır, az ve seyrek ağaçlardan oluşan orman içinse мэз дэгу (sahte orman, ormansı) kelimesi kullanılır.
Kısaca
orman-koru çeşitlemeleri arasında yer alan Гъуй kelimesini sadece ‘orman’ olarak
çevirmeyi yeterli buldum.
[11] Metinde шъузыщэр
зэрыс ку şeklinde yer alan ifadeyle
Çerkes kültürü ile Türk kültürü arasındaki farklılıklardan bir tanesini daha
dile getirmiş oluyor.
Çerkeslerce
kız baba evinden ayrıldığı andan itibaren kadın diye anılmaya başlar. Yani ‘kız
getirmek’ deyim olarak çerkescede yer almaz. Bunun yerine ‘Kadın getirmek’
deyimi kullanılır. Burada ‘kız’ kelimesi ile bakireliği değil çocuk yaştalık
anlatılır. Yani ‘kız getirdi’ denilirse, çocuk yaşta birisinin getirildiği anlaşılır.
Evlenen kadın ise ‘kız’ olarak sadece sülale adı ile anılırken isimlendirilir
Örneğin; Negumıkuaphu – Negumıko(ların)
kızı.
Bu yüzden
çerkesler шъуз къащэ deyimini
kullanırlar.
Öykü
içerisinde bu ayrıntıyı açıklama zorunda kalmamak için ifadeyi gelin getirilen araba şeklinde
çevirdim.
[12] Cümlede otomobil
anlamında kullanılan ‘Машинэ’
kelimesi Türkiye’de yaşayan Çerkeslerle vatanda yaşayan çerkeslerin
Çerkescesinde görülen farklı gelişmelerden birisini önümüze koyuyor.
Türkiye
türkçesinde motorlu taşıtlara da araba denilebilmesinin Türkiyedeki Çerkeslerin
çerkescesine olan etkisini görüyoruz.
Vatanımızda
yaşayanlar ise aynı etkileşimi Rusca ile gösterdikleri için taksi-otomobil gibi
motorlu taşıtlara ку – araba diyemezler.
Eğer ку kelimesini kullanırsanız
(öküz, at, el) arabası gibi bir arabadan bahsettiğinizi düşünürler.
Bu yüzden
motorlu taşıtlara ‘maşine’ derler. Örneğin ağır-yük
arabası хьылъэзещэ машин, arazöz гъогутхьакI машин, biçerbağlar
бгэнэпх машин vb.
[13] Metinde yer alan ‘хьайнапэ
цIэIужь сишIыгъ’ ifadesini ‘beni elaleme rezil etti’ şeklinde
çevirdim. Burada belirtilen цIэIужь ise aslında ‘namı duyulmak,
namı yayılmak – isminin duyulur olması’ anlamına gelir, хьайнапэ цIэIужь ise ismin-namın ayıp-yakışık olmayan şekilde
duyulmasını ifade eder. Türkçede ‘elaleme rezil olmak’ ifadesi ile anlatılan
durumun bu deyime en yakın anlamı taşıdığını düşündüm. ‘Elaleme kepaze olmak’
şeklinde de çevirmek mümkündü.