Blogda Ara

10 Mayıs 2014

(SADECE) ERKEKLERİN SÖYLEDİĞİ ŞARKI

(SADECE) ERKEKLERİN SÖYLEDİĞİ ŞARKI[1]
GELİN ALMA ŞARKISI

Kızım Sveta’ya ithafen.

Bahar akşamı. Oldukça soğuk. Nine, dede ve Ayteç ocağın ateşi başında oturuyor. Dede adeti olduğu üzere ilginç espiriler dillendiriyor. Nine ise onunla ilgilenmiyor, ineği yeni sağmış, sütü kaynatmak için Şıvanı asıyor.
Erkeklere (süte) dikkat etmelerini söylese de olacak, fakat onlara güvenmiyor, kendi kendine (süte) bakmaya başlıyor. O sıra gelin alma şarkısı duyuluyor.

...Güzeli getiriyoruz!
Roo-roo-roo-woredoo-ra!...

Böylesi durumlarda olduğu üzere nine telaşlanıyor, başını kaldırıyor, ocak askısına asılı şıvanıde unutup, sanki vazifelendirilmişcesine aceleyle evden çıkıyor. Ayteç’te ondan geri kalmadan peşisıra gidiyor. Ayteç, şarkıyı uzata uzata söyleyerek tüfeklerle havaya ateş edip köy sokağından geçtiklerinde, sesleri duyulmaz olana kadar dinlemeyi seviyor. Şarkının duyulduğu tarafa yüzü dönük, O da dinliyor, göz ucuyla nineyi takip ediyor. Onun takındığı tavır çok ilginç, sanki seksen yaşında değilmişte yeni gelinmiş gibi, dünyayı unutuyor, sütte zaten bu yüzden taşıyor... Bu (aynı zamanda) öyle bir iki defa değil çokça olan bir şey...


Öyküde anılan şarkının günümüzde 
söylendiği şekillerden birisi.......

Nine sanki şöyle bir kalkıp adeta uçacakmış gibi başını ileriye uzatmış bir şekilde kapı önünde duruyor, şarkı sesinin duyulduğu yöne doğru bakıyor. Şimdi o, muhakkak yüreğinde çoktan evi bahçeyi terk etti, uzak uzak yerlere ulaştı. Akşam üstü alacakaranlığını yırtarcasına gelin alma şarkısını delikanlılar tüm güçleri ile söylüyorlar, fakat adeta ‘güzeli getiriyoruz’dan başka sözü de yok gibi. Tüfekler patlıyor, ılga ılga söylüyorlar, karanlıkta kıvılcımlar alavlanıyor, çocukcağız ninesinin solunda, onun kalbinin şahlanmışcasına attığını hissediyor, zayıf, biraz (da) beli bükülmüş. Gençliğinde ninenin çok güzel olduğunu söylerler...

Böyle gelinalma şarkısının duyulduğu akşamların ardından eve girildiğinde nine kime gelin getirildiğini öğrenmek isteyerek sorular soruyor. En güzel (hangi geline) şarkı söylendiğini tesbit eder. Böylesi (gelinin) nasibinin de iyi olacağını söyler. Eğer birisi ‘Nasibi şarkıya mı bağlı?’ diyecek olursa da kesinlikle kabul etmiyor.

- Öyle söylediğini bir daha bana duyurma, şarkısız gelinalma gelin alma değil. Karanlık avlu diplerinde, çalıntılama-hırsızlama getirilen(in gelinliği) [2] nasıl bir gelinliktir?!!. Istırarî bir varma, trajedik bir evlenme; şarkısız gelinalmaya gelin alma dediğini tabiiki bana duyurma!

Bu akşam gelinalma şarkısı uzakta köyün baş (yukarı) tarafından duyulmaya başladı. Köyün ortasından geçen geniş yolun üzerinden köyün diğer ucuna ulaştı. Ayteç ‘işte şimdi mahallemizden birisine gelin getirildi, bir ev gelin evi oldu, yaşadık’ demeye kalmadan geri döndüler, galiba köydeki herkes duysun diyeydi.

Şarkı (sesi) ulaşması gereken yere ulaşana kadar nine bir şey söylemedi, ardından azıcık iç geçirip eve geri girdi. Ayteç şarkı sözünün böylece bitmesini istemeyerek bir müddet daha durdu. Fakat tüfek atışlarının galeyana getirdiği köpek havlamalarından başka bir şey duymaz olunca ne yapabilirdi ki; (o da) mutfağa geri girdi.

Ayteç o an nine ve dedenin birbirlerine kızdıklarına denk geldi. Daha önce birbirlerine neler söylediklerini bilmiyordu ama ninenin şunları söylediğini duymuştu;

- Gelinalma şarkısı söylenen uğurlu bir şekilde yola çıkmış olmadı mı[3]! Yazık, yazık böyle bir şey bizim nasibimizde yokmuş, kara yamçıyla sarmalayıp bizi getirdiler...

Dede ise kurnazca kalın kaşlarının altından bakıp pala bıyıkları ile gülümseyerek;

- Sende başına geleni anladığında, ‘-Çabuk-çabuk, kardeşlerim yetişmeden’ diye bizi aceleye sokmuştun. Yapmamız gereken şeyleri yaptırtmışmıydın...

Nine sanki bu söylenenleri duymamış gibi davranarak yine yakınmaya devam ediyor;

-Böyle güzel şarkı söylenen kimseye Allah ikramda bulunmuştur[4] değil mi...

Nine bu sözleri yatana kadar defalarca söylüyor, ama dede kızmıyor, gülümsüyor, bazen umulmayan espritüel-komik bir şeylerle cevap veriyor. (Böylece) Ayteç nasıl olunması gerektiğini öğreniyor. Dede, iriyarı bir yaşlı, gençliğinde cilasunvari güp-güçlüydü[5]. değirmenden tıkabasa doldurulmuş iki çuvalı hiç gibi alıp çıkarttığını söylerler.
Anlatırlarki; (Dede) ninenin yanına gitmiş. Kendisine varmasını istiyor, fakat, diğeri kardeşlerinden ürküyor, kardeşleri yürekli-güçlüler, imkanı ve mülkü olan damat arzuluyorlar. Başlık parası altında eziyorlar. Bu yüzden (nine de);

- Çabuk-çabuk, kardeşlerim gelmeden...[6] demişti!.


Öbürüyse, onu yamçıya sarmalayıp, atın üzerine koyup, haydi, gizlice kimseye bildirmeden yollandı. Böyle olduğunda şarkı söylemekte gereksiz, bu malum değil mi?

Şimdi ardından uzun yıllar geçmişken, nine (böyle) şarkı söylenenlere özenmeye başladı. Ama kendisi erken (eski) zamanlarda doğduysa (bu) kimin suçu? Şimdi kız kaçırmıyorlar[7], kendisi istediği (kişiye) varıyor. Anne babası da kardeşleri de kendi istediğine varmasına engel olamazlar.

Çocuk yattı ama uyumadan uzun zaman uzandı. Bazen uzaktan yine şarkı başlamış, bu yana geliyorlarmış gibi sanıyor, irkiliyordu.  Dinliyor, fakat bir an yakınlaşan şarkı daha uzaklaşıyordu. Akşamları sokakta çocukların şarkı söyledikleri de çıkıyordu ama bu şarkılar içerisinde nineyi dışarı çıkartacak şarkı çıkmıyordu. (Dışarı çıkmayı) boşverin zaman zaman çocukların arsızlık yaptıklarını, söylediklerinin kimseye faydası dokunmayan şeyler olduğunu da düşünürdü. Gelin alma şarkısı ise başka. O, insanın yüreğini şöyle bir, bir şeyler yapıyor. (İnsanın kalbi) atmaya başlıyor, sanki (senin) başına mutlu bir durum gelmiş gibi sanmana vesile oluyor....

Ayteç’e başka bir şey daha da enteresan geliyor. Yahu, okulda büyük (çocukların) korosu var, kendisi de koroda. Şarkıları öğrenmek ve uyum içinde söylemek için çok uğraşıyorlar. Bu gelinalmacılar bunu nasıl öğrendiler ki? Nasılda uyumlu, bir arada uzatıp dinlenir kılıyorlar? Onlar istediğin (her) ansamble ile yarışırlar. Birisi başlıyor, diğerleri yürekten koro oluyorlar, tam zamanında da tüfek patlatılıyor.

Eski mi, eski, belliki yakın zamanlarda  yazılmış şarkılardan değil, bu gelinalma şarkısının yaşı yüzlerce yıllık olmalı. Fakat nasılda (insanın) yüreğini heyecanlandırıyor? Ne kadar yoğun duygu ve düşünce yüklü?

Sadece sokaktan geçtiler –gittiler, fakat, nineyi, dedeyi de, Ayteçi de (hatta) köyümüzde yaşayan herkesi de heyacanlandırdılar. Hepsi de (şimdi) tahminen uyumuyor.

O an, çocuğun aklına mahallelerinin  kızlarından Nuriyet geldi. O da yaşıtı, onuncu sınıfta okuyor, yazında aynı çalışma ekibinde birlikte çalışıyorlar. Okulu bitirdiklerinde Traktör Ekibine girmeği arzuluyorlar ve şimdi traktörist olmak üzere çalışıyorlar. Bazı çocuklar Nuriyetin kibirli olduğunu söylüyorlar fakat Ayteç’e öyle gelmiyor, arsız çocuklara yüz vermiyor da ondan böyle söylüyorlar olsa gerek.

Tabii böylesi (daha) doğru değil mi?  Şimdiye kadar Nuriyete ‘gelinalma şarkısını sevip sevmediğini’ hiç sormadı. Okuldan geri dönerken pek çok şey hakkında konuşuyorlar, ama şimdiye kadar evlenmek-varmak[8] gibi konulara sözce ulaşmadılar.

***

Adetleri olduğu üzere, Nuriyet gelene kadar Ayteç sabahları bahçe kapısı önünde bekliyor. Kızcağız, güle güle, hoplaya zıplaya bahçeden çıkıyor. İkisi yanyana tretuardan gidiyorlar.  O’na ne olursa olsun bir şey söylemek istiyor.

-Dün akşam duydun mu?

Anlamamış gibi yaparak;

-Ne duymam gerekiyordu ki?

-Gelinalma şarkısı.

-Duydum.

Nuriyetin bu sözü söyleme şeklinden-sesinden onun gelinalma şarkısını sevdiği belli oluyor. Diğeri de kim evleniyor, kim gelin geldi diye sormuyor, kendisi de soruşturmuyor. Ama dün akçşam olanlardan her birisi de memnun, bu yüzden yürekleride çokça kıpraşıyor.

Böyle olduğunda Ayteç ufaklığından itibaren Nine ve dedesinin yanında yaşadığından memnuniyet duyuyor.Üç dayısı da ikinci dünya savaşında vefat etti, kendileri ise beş kardeş oluyorlar. Çocuklardan birisinin yaşlıların yanında kalması gerekir ya, şans Ayteçe vurmuş olmalı ki nine ve dedeye onu verdiler. O zaman Ayteç’in (onların yanına) gitmeyi istemediğini söylüyorlar, eğer yalan atmıyorlarsa bu delilikti, çünkü Nine ve dedenin evindeki özgürlüğü kardeşleri evlerinde rüya olarak dahi görmüyorlar. Sadece bu da değil, nine ve dedeyi çok seviyor ve aynı zamanda  çok iyi bir mahallede de yaşıyorlar...

Böyle, hemen hemen her akşam denilsede yeri olacak şekilde kçyde gelinalma şarkısı duyuluyor. Ayteçte ondan geri kalmıyor peşi sıra atılıyor. Ya evin önündeki taşlığa ya da hava iyi ise  bahçe kapısına çıkıyorlar[9].

Nine şarkı (söyleyenler) varacağı yere ulaşıncaya kadar dinleyerek dikiliyor. Daha sonra kapının önğne vardığında dedeye duyurarak mırıldanıyor;

- Güzelce gelin alma şarkısı söylenenlerden olsaydık, iş mi bu, eski kara yamçıya sarmalanıp...

Dede ise her keresinde pala bıyıklarının altından gülümsüyor.
  
***

Bir gün dede odun yapmaya ormana [10]  giderken nineyi de ‘baharda ormanın nasıl olduğunu görmek istediğini’ söyleyince yanında götürdü. Ayteç’te ninenin defalarca ‘ bir bahar gelseydi, orman da kır da yeşillenseydi’ dediğini duymuştu.

Karanlık oldu, fakat nineyle dede geri dönmedi. Ayteç onları dış kapıda bekliyor. Köyün alt tarafında, ormanın kenarından, o an, gelin alma şarkısı duyulmaya başladı. Ayteç içinden ‘-Köyümüzden bir çocuk Kanhable’den gelin getiriyor olmalı’ dedi. Evet, şimdi şarkı daha da yaklaşıyor, yaklaşıyor, bazen de tüfekler patlıyor. Kapı açılış sesleri de duyuluyor, şarkı köylüleri evlerinde oturtmuyor. Önemli işi olanlarda işi bırakıyor, çünkü gelin alma şarkısı böyle bir şey, ondan saklanmak mümkün değil. (Yerinde) oturamaz (buna şarkı izin vermez), dışarı çıkarsın.

Gelin getirilen araba köyün ortasında sakin-sakin ilerliyor[11] başka (gelin almalarda olduğunun aksine) atlar koşmuyor, acele etmiyorlar.

Son yıllarda herkes otomobille gelin getiriyor, tek tükte gelin alma heyeti çok sayıda otomobille gelin getirmeye gidiyor[12]. Mahallelilerimizin arabanın nereden çıkmış olduğunu bilmiyorcasına hayret etmeleri de bu yüzdendi. Arabanın da iyi bir tarafı var; içinde oturan grubun söylediği şarkının sesini herkes duyuyor, otomobilde sıkıştırılmışcasına oturduklarında ise, ses öyle (iyi) duyulmuyor.

Köyün ortasına ulaştıklarında, yine bu yöne döndüler.

...Güzeli getiriyoruz!
Roo-roo-roo-woredoo-ra!...

Mahallede bir gelinevi olsa iyiydi, akşamları oynamaya (düğüne) gideceklerdi. İyi ama (mahallede) evlenme çağında (delikanlı) yokki. Ayteç’in onsekiz yaşına girmesi için üç ayı daha var. Şarkı (sesi) sokaktan duyulup gelmeye başladığında böylesi düşünceler (aklında) canlandı. Akşam karanlığında, yolun ortasından  iki yanında bir grup atlı eşlik ederek gelen iki at koşulu arabayı gördü. Tüfekle ateş edildi, karanlığa ateş alazı yayıldı. Aralarından birisi (bütün) mahalleyi dinletircesine bağırdı;



-Bahçe kapısını aç! Aç diyorum, yoksa (kapıyı) yıkıyoruz!

Ayteç acele ile kapıya ulaşana kadar bir atlı yaklaştı, el atıp, hiç zorlanmadan bahçe kapısını araladı. Araba direk bahçeye girdi. Baktığında, nine ile dede arabanın önünde oturuyor, arabanın arkasında ise bir miktar kuru ağaç bağlı. Nerede gelin getiren, nerede gelin gelen? Atlılar bahçeye girmeden arkalarında gülümseme seslerini bırakarak sokak aralaığından geri döndüler.

Nine elinde torba, homurdanarak eve girdi. Dede de atları saldı, arabayı boşaltıp eve girdi. Çocuğa bakarak sesi duyulur-duyulmaz (bir şekilde) gülümsüyor. Dede böyle gülümsediğinde olanları sorma, o zaman komik bir şey karıştırmış (demektir).

Nine;

- Şunun bana yaptığı, şunun bana yaptığı..! Beni elaleme rezil etti[13]! Bu yaşlılığımda bütün köyü bana güldürtürdü! Nasıl deli bir bunağa denk geldim yahu, bu !...

Ayteç ise şimdi olanları anladı. Dedenin madrabazlığının ulaşmayacağı ne varki, hayvan çiftliği çalışanı delikanlıları kışkırtıp, onlara gelin alma şarkısı söyleterek nineyi köye getirmelerini sağladı.

Karanlık olana kadar dede işini uzatmıştı, diğerleri ormanın içinde onu bekliyorlardı, yola koyuldukları gibi arabanın iki yanına atlı delikanlılar durup ormanda da ovada da yankılanan şarkıyı söylemeye başladılar.

...Güzeli getiriyoruz!
Roo-roo-roo-woredoo-ra!...

- Şunun bana yaptığı, şunun bana yaptığı!...

Nine bir türlü rahat bulamıyor. Kızıp köpürüyor. Dede de ardında, yaptığından pişman olmuş bir görüntü vererek;

- Yahu, kalbini kırmak istemedim, Suret. – Dede olmaz bir şey yaptığıoda ninenin adını güzel bir şekilde söylüyor – Sadece hoşuna gider sandım...

- Konuşma, konuşma, ben seni biliyorum. Senin hayatın boyunca vazifen o, benle dalga geçince mutlu oluyorsun... Şunun bana yaptığı, sunun bana yaptığı!

Nine böyle konuşuyor fakat (işin doğrusu) başına gelen şeyden de çok hoşlanmamış olsa gerek....

Sabah Nuriyet bahçe kapısının önüne geliyor. Hiç bir şey söylemiyor. Daha önceleri olduğu gibi gülmüyor. Bir etrafa, bir de Ayteç’e bakıyor, sanki hayret ediyor gibi, ardından da yüzünü asıyor.

- Okula gidiyormusun?

Okula gidiyor olmasından neden hayret ediyor olduğunu anlamıyor.

- Gidiyorum.

Hiç bir şey söylemeden bir müddet geçiyor.

- Yeni evlenenler okula giderler mi, (hiç) utanmıyormusun?!

- Yeni evlenen de kim?!

-Sensindir. Dün gece...

Şimdi anladı; Nuriyet dün akşam evlenenin Ayteç olduğunu sanıyor.

Kızlar ne kadar çabuk sanılar elde ediyorlar?  Bu kadar kolay evlenemeyeceğini bilmiyorlar, nasıl olursa olsun, aklına geldiği gibi evlenilecek olmadığını anlamıyorlar.

- Bilmiyorsan söyleyeyim; Dün gece dedeyle nine evlendi. Anladın mıÇoktandır evliydilerse de... O zaman sen de ben de anne babalarımız da (dünyada) yoktu. (O zaman) gelin alma) şarkısı söylememişler, anlaşılır diye korkmuşlar.  O zamanlar kızlar istediklerine varamıyorlardı, en çok başlık parası verene veriliyorlardı. Dedem büyük yiğitlik gösterdi – Ninemi yamçısına sarmalayıp öyle getirdi.... (Dedemin gelin alma) şarkısı (söyletmek) üzerine düşen borcuydu. Şimdi şarkı eşliğinde getirdi. Şimdi anladın mı?

- Ne kadar enteresan!? – Nuriyet gülümsemeye başladı. Sanki bir iyilik yapmış gibi (Ayteçe)  razı bir şekilde bakıyor. Ardından (Ayteç) nereden aklına geldiği anlaşılmaz bir şekilde;

 - Gelin alma şarkısını ben seviyorum, hiç durmadan dinlesem de bıkmam. Ya sen?

-Ben de seviyorum. Bu şarkı neden güzel onu da biliyorum.

Ayteç (bu şarkının neden güzel olduğunu) bilmiyor, genç kızın da bunu bilmesi ona ilginç geliyor.

- (Peki) neden güzel?

- (Sadece) erkekler söylüyorda ondan...

Ayteç ve Nuriyet ellerinde çantaları yoldalar. Keyifliler. Çünkü; dünya güzel, gökyüzü tertemiz, ağaçlar çiçekli. Bazen Nuriyetin sallanan örgülü saçlarına bakıyor. Genç kızın da gizli bir mutluluğu olduğu yürüyüşünden davranışlarından belli oluyor. Delikanlının kalbi ise göğüs kafesinde çırpınıyor; ‘Nasibinin zamanı mı geldi ne?’

Dün akşam duyduğu gelin alma şarkısına geri dönüp eşlik etmeyi arzuluyor.

Ayteç gelin alma şarkısını öğrenecek. Bu şarkıda iki kelimeden başka bir söz olmamasına inanmıyor. (Vardır) ama insanlar unutmuşlardır. Dünya da çok şey oldu, insanlar nasiplerinden utanırcasına.... Delikanlığının yüreğine dolan şeylerle aklına gelenler farklı; Gelin alma şarkısına söz yazsa da olur. Yoksa Nuriyet için sadece ‘Güzeli getiriyoruz!’ denilmesi yetmez, onun nasıl bir güzel olduğu anlatılmazsa...



İkisi yolda bahar çiçeklerinin kokusu ile mest olmuş gidiyorlar. Delikanlının gönlüne doğan şeyleri Nuriyet bilmiyor olmalı, ama şu an kadar birbirlerine yakın, dünyaya sığmaz oldukları bir zamanda olmadı.

- Şarkısız düğün, düğün değil ki...

Sıcak yüreklilik dolu bir sesle bakışlarını uzağa atarak Nuriyet te tekrarlıyor.

- Tabiki öyle. Şarkısız düğün, düğün değil...

AŞINE Hazret

Çeviri; AÇUMIJ Hilmi     




[1] Ç.N; Çerkes kültüründe gelin alma esnasında söylenen tekrarlanan nağmeyi sadece erkekler söyler. Bu yüzden ‘ЛIымэ къаIорэ орэд – Erkeklerin söylediği şarkı denildiğinde bunun sadece erkekler tarafından söylenen gelinalma şarkısı olduğu anlaşılır-bilinir, Fakat Türk kültüründe böylesi bir kavram-olgu olmadığından çevirisinde ayrıca parantez içerisinde ‘Sadece’ ifadesini kullanmaya ve dip notla gerekçesini açıklamaya gerek gördüm. 

[2] Çerkes kültüründe kız kaçırma geleneği ananeler arasında yer alan bir evlenme şeklidir. Kız kaçırmak deyimi gençler arasında jargonda ‘Çalmak – атыгъун şeklinde de söylenir. Fakat kaçırılan kız için kesinlikle çalınan şeyler için söylenen ‘çalıntı, hırsızlama – нэгъуадж’ kelimesi kullanılmaz.

Bunda, akınlar-baskınlar neticesinde getirilen-elde edilen esirlere de цIыф нэгъуадж – ganimet-hırsızlama (getirilmiş) insan denilmesi, kötü halleri görülen kimselere de böylesi esir-kölelere benzetme anlamında yine aynı deyimin kullanılmasının etkisi vardır. Bu deyim söz konusu şekilde elde edilmiş kişilerin kendilerine dahi söylenmez, söylenmesi ise ayıp karşılanırdı.

Günümüzde Adıgey yazın dilinde ve halk ağızlarında-dialektlerinde цIыф нэгъуаджэ – Ts’ıf neğuace kötü insan anlamını kazanmış, ilk anlamını yitirmiş olarak kullanılır.

İnsan için kullanıldığında birincil anlamı olan ‘Esir edilmiş, köleleştirilmiş’ manası-anlamı Adıgey yazın dilinde de halk ağız ve diyalektlerinde de anlam kayması geçirmiştir.

Bu açıklamayı dip notu olarak vermemdeki amaç ise\ bu (eski çerkesce de) birincil anlamı içeren manadaki hakareti Türkiye de yaşayan Çerkeslerin son zamanlarda bu kelime ile değil vuneut kelimesi ile vermeye başlamış olmalarıdır.

Bunda kültürel algıda (Adıgey’de olduğu gibi doğal bir) değişiklik olmasından ziyade dilin uğradığı asimilasyonun etkisi bence daha büyüktür. Dilde asimilasyonun olmadığı dönemlerde aynı anlamı taşıyan hakaret Türkiyede de ya цIыф нэгъуаджэ – Ts’ıf neğuace yada хьатыуэл – hatıvel deyimleri ile kullanılırken günümüzde Türkiyesinde çerkescenin asimilasyon etkisi ile yozlaşmasıyla ‘vuneut’ şeklini almıştır. Halbuki daha önceleri bu kelimenin hakaret için kullanılması ayıp karşılanırdı.  

Kısaca gençler arasındaki jargonda kız kaçırmaya- çalmak denilse bile geline kesinlikle нэгъуадж denilmez.

Ninenin cümlesinde ise bu durumu (kız kaçırmayı) hoş karşılamadığını iyice belli etmek üzere kaçırılmış-hırsızlama gelin anlamında ‘агъэнэгъуаджэзэ къащагъэр – çalıntılama hırsızlama ile getirdikleri’ tabiri yer alıyor.  

[3] Cümlede yer alan Сыхьатмафэ ежьэн – sıhatmafe yejen deyiminin Türkçe’de tam karşılığı yoktur.  

En yakın karşılık bulduğu deyim ise güle güle gitmektir. Güle güle deyiminin kapsamı altına şunlarda girer; гъогумаф, сыхьатмаф; лъэпэмаф; güle güle gidiniz! гъогумаф, гъогумаф(эу шъутехь)!, гъогумафэ (тхьэм) урегъажь (утырегъахь)!; гъогумафэ шъуежь апщи!; тхьэм лъэпэмафэ уегъэдзы! 

Cümlede yer aldığı halinin en uygun çevirisinin ise  ‘uğurlu (bir şekilde) yollanmak’ şeklinde olmasının türkçe anlaşılırlık açısından daha uyumlu olacağını düşündüm.

[4] Çerkesce de «Тхьа етагъAllah verdi, ikram etti, sundu» şeklinde bir deyim vardır. Bu deyimle Allah’ın ihsan etmesi- nasip kılması kast edilir. Benim bildiğim kadarı ile Türkçede ‘Allah’ın ihsan etmesi’ deyimi Çerkesce’deki gibi yaygın kullanılmaz. Bu yüzden daha kolay anlaşılır olması için deyimi ‘Allah ikramda bulunmuştur’ şeklinde çevirdim. 

[5] Батырым фэдэу кIочIэшхуагъэ ifadesinde yer alan Batır kelimesi birebir Türkçede Batır, yiğit, alp kelimelerine karşılık gelir. Fakat cümlede Türkçe’de yer alan Pehlivan gibi deyiminin içerdiği anlama sahip bir mana yüklenmiştir. Yazar Pehlivan kelimesini kullanmadan bu benzetmeyi yapmış olduğu için günümüz Türkçesinde az kullanılan, Çerkesce cümlede bu kelimenin yüklendiği anlamı birebir karşılayan cilesunvari deyimini kullanmayı (yazarın stilini muhafaza etmek adına) uygun gördüm.  

[6]  Metinde yer alan еужьыр kelimesinin Türkçe olarak ilk akla gelen anlamı yallah veya haydi kelimesinin yüklendiği anlamdır, örneğin   yallah çocuklar  шъуеужьыр кIалэхэр, ikincil anlamı ise Haydisene sözcüğüdür. Fakat her iki sözcüğünde bu kelimenin cümledeki kullanışı ile tam örtüşmediğini düşünerek türkçe ifadenin daha anlaşılır olması için ‘Çabuk –çabuk’ ifadesini kullandım. 

[7] Burada, edebiyat dilinde ve tüm halk ağızlarında, dialektlerde Kız kaçırmak ifadesinin gerçek ve en yaygın kullanışı dile getirilmiş, daha önceki açıklama notlarından 2 numaralı nota göz atınız.

 Пшъашъэр ахьын – pşaşer ahın deyiminin Türkçedeki anlamca  karşılığı olan deyim kız kaçırmaktır, birebir kelimesel olarak çevirisi ise ‘Kızı götürmek’tir ve Türkçeye böyle çevirdiğimizde Çerkesce ve Çerkes kültüründe hoş görülmeyen, anlatılmak istenilen şeyden çok uzak anlamlar taşıyan bir hale dönüşür.   

Kaçırmak kelimesinin Çerkescedeki karşılıkları ise şu şekildedir.

KAÇIRMAK 1) хэгъэхьажьын; kurtu ormana kaçırdık тыгъужъыр мэзым хэдгъэхьажьыгъ; 2) кIигъэIэжьын; кIигъэтхъужьын; işçileri kaçırdı лэжьакIохэм кIариигъэIэжьыгъ; 3) ышъхьэ регъэхьыжьэжьын; arkadaşını kaçırtacaksın уиныбджэгъу ышъхьэ ребгъэхьыжьэжьыщт; 4) блэгъэкIын, зыIэкIэгъэкIын, блэутIупщын; geç kalıp dersi kaçırdım кIасэу сыкъани десэр блэзгъэкIыгъ; 5) перен. зыкIэгъутхьажьын; çocuk yine kaçırdı сабыир джыри зыкIэгъутхьажьыгъ; 6) перен. ышъэ икIын, ышъхьэ зэкIокIын; kaçırdı ышъхьэ зэкIокIыгъэ

(KIZ) KAÇIRMAK (пшъашъэ, шъуз, бзылъфыгъэ) къэхьын, тыгъун; kıza: ‘-seni kaçıracağım’ dedi пшъашъэм: «- усхьыщт (устыгъущт)» риIуагъ
 
[8] Çerkesce'de evlenmek kelimesi erkek ve kız için farklı kelimler olarak kullanılır. Evlendi kelimesi erkek için къищагъ, kız-kadın içinse дэкIуагъ şeklinde söylenir. 


Cümlede yer alan къэщэн-дэкIон = keşen-dek’on ifadesini bu yüzden  evlenmek-varmak şeklinde çevirdim.


[9] Лъэгуцэм теуцох ifadesinde yer alan лъэгуцэ kelimesi bölgeler arasında farklı anlam taşır. Kazık temelli evlerde, böyle evlerin inşaa edildiği bölgelerde (ovalık arazide yaşayan Bjeduğ, Abdzah ve Çemguy bölgelerinde), kapı önüne, saçak altına dizilmiş taşlar-taşlık anlaşılır. Üst üste konulmuş taşlarla örülmüş temel üzerine inşa edilmiş evlerde ise temel kuşağı (лъачIэ) altında yer alan taş dizesi anlaşılır.

Лъэгуцэ birleşik kelimedir; Лъэгу (taban) ve цэ (diş) kelimelerinin birleşmesinden oluşmuştur. ЛъачIэ (temel ahşap vb. kuşağı) altında yer alan bu taşların uzaktan sanki evin tabanında yer alan dişler gibi gözükmesinden kaynaklanan sanatsal bir anlatımla oluşturulmuş güzel bir benzetmedir de.

Лъэгуцэм теуцох ifadesinde yer alan теуцох – üzerine basıyorlar, kelimesi ise olayın geçtiği köyün ovalık, kazık temelli evlerin inşaa edilmesinin gelenekselleştiği bölgede olduğunu gösteriyor. Çünkü burada bahsedilen лъэгуцэ’nin üzerine basılıyorsa  evin emelini oluşturan taşlardan değil evin saçak altı-eteği, ev kapısı girişinde döşenmiş  olan taşlardan bahsediliyor demektir.

Bu yüzden kelimeyi türkçeye (bence) en yakın anlamı olan ‘evin önündeki taşlığa’ şeklinde çevirdim.

[10] Çerkesce metinde orman yerine гъуй kelimesi kullanılıyor. Гъуй- ğuy denilen ağaçlık alandan kastedilen altı çalılık-odunluk ağaçla kaplı ormanlık-koruluk (мэз пырыпыцу) arazidir.

Türkçede bu kelime en yakın belki  savana sözcüğünde anlam bulur.  Daha dar alanlarda yer alan korular-ormanlar için bu kelime kullanılmaz. Yoğun-kesif orman içinse çerkescede мэз цун deyimi kullanılır, az ve seyrek ağaçlardan oluşan orman içinse мэз дэгу (sahte orman, ormansı) kelimesi kullanılır.

Kısaca orman-koru çeşitlemeleri arasında yer alan Гъуй kelimesini sadece ‘orman’ olarak çevirmeyi yeterli buldum. 

[11] Metinde шъузыщэр зэрыс ку  şeklinde yer alan ifadeyle Çerkes kültürü ile Türk kültürü arasındaki farklılıklardan bir tanesini daha dile getirmiş oluyor.

Çerkeslerce kız baba evinden ayrıldığı andan itibaren kadın diye anılmaya başlar. Yani ‘kız getirmek’ deyim olarak çerkescede yer almaz. Bunun yerine ‘Kadın getirmek’ deyimi kullanılır. Burada ‘kız’ kelimesi ile bakireliği değil çocuk yaştalık anlatılır. Yani ‘kız getirdi’ denilirse, çocuk yaşta birisinin getirildiği anlaşılır. Evlenen kadın ise ‘kız’ olarak sadece sülale adı ile anılırken isimlendirilir Örneğin; Negumıkuaphu – Negumıko(ların) kızı

Bu yüzden çerkesler шъуз къащэ deyimini kullanırlar.

Öykü içerisinde bu ayrıntıyı açıklama zorunda kalmamak için ifadeyi gelin getirilen araba şeklinde çevirdim.

[12]  Cümlede otomobil anlamında kullanılan ‘Машинэ’ kelimesi Türkiye’de yaşayan Çerkeslerle vatanda yaşayan çerkeslerin Çerkescesinde görülen farklı gelişmelerden birisini önümüze koyuyor.

Türkiye türkçesinde motorlu taşıtlara da araba denilebilmesinin Türkiyedeki Çerkeslerin çerkescesine olan etkisini görüyoruz.

Vatanımızda yaşayanlar ise aynı etkileşimi Rusca ile gösterdikleri için taksi-otomobil gibi motorlu taşıtlara ку – araba diyemezler. Eğer ку kelimesini kullanırsanız (öküz, at, el) arabası gibi bir arabadan bahsettiğinizi düşünürler.

Bu yüzden motorlu taşıtlara ‘maşine’ derler. Örneğin ağır-yük arabası хьылъэзещэ машин, arazöz гъогутхьакI машин, biçerbağlar бгэнэпх машин vb.   

[13] Metinde yer alan ‘хьайнапэ цIэIужь сишIыгъ’ ifadesini ‘beni elaleme rezil etti’ şeklinde çevirdim.  Burada belirtilen цIэIужь ise aslında ‘namı duyulmak, namı yayılmak – isminin duyulur olması’ anlamına gelir, хьайнапэ цIэIужь ise ismin-namın ayıp-yakışık olmayan şekilde duyulmasını ifade eder. Türkçede ‘elaleme rezil olmak’ ifadesi ile anlatılan durumun bu deyime en yakın anlamı taşıdığını düşündüm. ‘Elaleme kepaze olmak’ şeklinde de çevirmek mümkündü.