Dün eve gelmekte
biraz geciktim.
Dolmuşa
bindiğimde akşam karanlığı çökmüştü.
Dolmuş ise eve
gitmek üzere her gün bindiğim evimizin önündeki caddeden geçenlerden değildi.
Bir alt caddeden
gittiklerinde, inmem gereken yeri gündüzken dahi şaşırdığım çıkar.
Akşam
karanlığında yanlış yerde inmeyeyim diye şoföre, ‘-Karanlıkta fark
etmeyebilirim, beni şu şu caddenin başında indirirmisin’ dedim.
***
Şoför oldukça gençten birisiydi. Yirmili yaşlardaydı. Dolmuşta benden başkası
yoktu.
Konuşup laflamak
istedi galiba.
- ‘Dede, tabii
istediğin yerde sizi indirmek bizim vazifemiz. Bu dünyayı bize siz bıraktınız
vs. vs’
Akşam karanlığı ya. Başımda kalın şapkam,
sırtımda koyu paltom, olmadığım sakal traşım, kötü (Çerkesçe- Türkçe karışık)
aksanım, pepemeliğim, kısaca pek çok şey beni dedesi yaşında birisi olarak
algılamasına sebep olmalı.
Hiç bozuntuya
vermedim, arkasına dönüp bana bakmadan ‘yaşlıları sevmenin-saymanın’
gerekliliği üzerine bir çok şey anlattı.
***
Ama senelerimide
çok dolu dolu yaşadığımı biliyorum.
Doğrusunu Allah
bilir ama pek çok insanın bir kaç yaşamda yaşayacağını bu kısa yaşamıma
sığdırabildiğimi düşünürüm.
Deprem, sel,
savaş, açlık, kıtlık.... Allaha şükür oldukça dolu ve yoğun bir yaşam.
Ben ZAFER gördüm,
Zafer....
Ellerimizde
zaferi kazanmamıza vesile olan aletler, sahilden Türkiye’ye doğru gökyüzünde
kızıl kızıl oturan güneşi gördüm.
Denizden esen
rüzgar ciğerlerimi tuzlu su tadında değil, özgürlük-zafer tadında doldurdu.
Yanı başımda
ölen-öldürülen insanlar gördüm.
Yaraya el basmak
nedir, gerçek anlamıyla bilirim, yaraya kanamasın diye el basmışlığım da
vardır.
***
Dolu dolu yaşadım diyorum ya, başıma gelen tüm her şeyden daha fazla beni
etkileyen bir şeyi ise kendim yaşamadım. Bazen yaşamadıklarınızda sizin için
çok önemli olabilir.
Size de
aktarayım.
Üç dört yıl önce okudum.
Krasnodarda yetimhanede
araştırma yapan bir görevlinin, araştırma notlarında gördüğüm şey beni en çok
etkileyenlerden. Hiç unutamıyorum.
Yetimhaneye bebek
yaşında düşmüş, orada yetiştirilmekte olan çocuklarla alakalı çalışırken üç dört
çocuktan oluşan bir grupçuk dikkatlerini çekmiş.
Bunlar ne boy-pos
olarak ne sevdikleri şeyler ne de karakter olarak birbirleri ile benzeşmeyen üç dört çocukmuş.
Birbirlerini
kolluyor ve gözetiyorlarmış.
Çocuklarla tek
tek görüşülüp ortaya çıkarılan şey ise tüylerimi diken diken etmeye yetmişti.
Aklıma geldikçe
yine diken diken olurlar.
Çocuklar şöyle
cevap vermişler ‘- Biz yetimhaneye
gelmeden önce, eskiden ÇERKESTİK.’
Bebek yaşta,
hatırlamaları imkansız sayılacak bir zamanda sadece Çerkes olduklarını hayal
meyal anımsadıkları için bir arada duran milyonluk nüfusa sahip bir kentteki
yetimhanenin üç-dört yetim çocuğu.
Çerkeslik böyle
bir şey.
Ne yaparsanız
yapın ondan kurtulmanız neredeyse imkansız.
En iyisi, siz
onunla barışık yaşamaya gayret edin, çünkü Çerkeslikten kurtulmanız çok zor.
AÇUMIJ Hilmi