Sovyetler
döneminde belki insanların mal-mülk sahibi olma heveslerini köreltmek için
şehirlerde oturanlara bir dönüme kadar araziler veriliyordu.
Bu arazilere,
daça arazisi, bağ evi arazisi vs. deniliyordu.
Belkide buraların
dağıtılmasında bambaşka amaçlarda vardı, doğrusunu Allah bilir.
Şehirlerin, büyük köylerin, rayon merkezlerinin, kasabaların etrafında hep
böyle bağ evleri-bağlık alanlar vardır.
Uzaktan güzel
duyulur.
Devletin
kolhozlarının-sovhozlarının, fabrikalarının işine yaramayan ne kadar bataklık,
taşlık, kıraç, aşırı sulak arazi varsa hep böyle dağıtılmıştır.
Buralarda ne
kadar uğraşırsanız uğraşın, kolhozun-sovhozun yetiştirdiği şeyler kadar
yetiştirmeniz neredeyse imkansızdır.
Belkide bireysel
olarak çalıştığınızda komünal üretimden uzaklaştığınızda başarılı olamayacağınızın
bir göstergesi-örneği olması da amaçlanmıştı...
***
Günümüzde ise bu daçalar daha ziyadesi ile mesela Türkiyedeki gecekondu
mahalleleri var ya, onların bir benzeri gibidir.
Köylerden kente
göç eden, maddi durumu çokta iyi olmayan kişiler bu bağ evlerinde yaşar.
Pek çoğu iki,
ikibuçuk metreye üç metre kadar büyüklükte ufak kulübelerdir.
Banyo, tuvalet,
mutfak vb. normal bir evde bulunmasını istediğiniz şeylerede sahip
değillerdir...
Kısaca kentlerin
gettoları bu bağ evlerinin olduğu yerlerdir...
Benim gibi pek çok kişide bu arazileri arsa gibi kullanıp üzerine ev yapmaya başlamıştır. Buralarda inşaat halinde de çok ev görürsünüz.
Bazı bağ evleri
ise zamanında devletin üst düzey yöneticilerine dağıtılanlardı, onlar elbetteki
şimdi çok güzel villaların olduğu yerler, bu da günümüz gerçeğinin diğer
boyutu..
***
Arazi taşlık.
Yüzeyden 30-40
santim kadar derine uzanan bir toprak örtüsüne sahip .
Altı ise tahminime
göre birkaç metre belki de daha çok taşlık-kumluk....
Bu yüzden bizim
bahçeye bahar erken gelir...
İki gün güneş
çıksa hemen toprak ısınır, bir hafta hava açık olursa ağaçlar birden çiçeğe
durur..
Toprağın altı
kumsal ya, hemen suyunu çeker....
Ağaçlar erken
çiçeğe durmasın diye yapabileceğiniz tek şey ise etraflarında, gövdenin
çevresinde gövdeye 50-60 santim kadar uzağa ufak çukurlar açıp, kar
doldurmaktır.
Kar doldurduğunuz
bu çukurcukların üstünü yine toprakla örttüğünüzde, ağacın kökleri bir müddet
daha baharın gelmediğini hisseder, ağaçlarda çiçeğe erken durmazlar...
***
Tembelin işleri zordur
derler, ama yanılmış olmalılar...
Bende az tembel
değilimdir.
Bu gün bahçeye
gittim, 'kuytularda kar kaldıysa ağaçların etrafına kar gömeyim' dedim...
Eee tembellik
yapıp zamanında gitmezsen olacağı gibi hiç kar kalmamıştı....
Yani bu sefer
tembelin işi zor değildi...
Bir şey yapmadan, bahçede başka şeylerle oyalandım.
Bir şey yapmadan, bahçede başka şeylerle oyalandım.
***
Aklıma gelmişken aktarmadan duramayacağım, satırlarda uzadı biliyorum ama
kusuruma bakmazsınız umuyorum...
Türkiye’de koca
koca adamların (hemde çerkesçe bilen adamların) ‘Kalpağımızı önümüze koyup düşünelim’ dediklerini
duyuyorsunuzdur...
Bende zaman zaman
duyuyor ve gülüyorum, sanıyorum daha öncede bunu konu etmiştim ama yakınlarda
yine duyunca, bir daha değineyim dedim.
Çerkesce ata sözünde
bahsedilen pa’o yukarıdaki resimde benim
giydiğim pa’odur...
Buna ‘УпкIэ паIо’
denilir.
Türkçesi ise ‘keçe şapkadır’
Türkçesi ise ‘keçe şapkadır’
Çerkescede 'soru' kelimesi ise ‘УпчIэ’ sözcüğüdür...
УпкIэ ile упчIэ kelimelerinin
benzeşmesine atıfta bulunan atasözümüzde ince bir sanatsal söylem de görürüz...
Uzun lafın
kısası, önünüze koyacağınız pa’о, kalpak değil, şu yukarıda benim giydiğim
şapka....
AÇUMIJ Hilmi