Blogda Ara

7 Nisan 2010

Mıyekuape’de Bahar-Yaz Mevsimi “Yalancılık Zamanıdır.”

Mıyekuape her mevsim bir başka güzel. 

Dünya’nın Türkiye ve Kafkasya haricindeki diğer yerlerini pek bilmem. 

Bildiğim gördüğüm yerler arasında en çok hoşlandığım, üzerinde yaşamaktan mutlu olduğum, havasını soluduğumda kıvançlandığım yer Mıyekuape.

Nereye giderseniz gidin her yerin kendine mahsus bir büyüsü, çekiciliği, onu diğerlerinden ayıran bir niteliği vardır. 


Kimisi yazın güzeldir diğerinin ise kışı görmeğe değerdir.

Mıyekuape’yi başka yerlerden ayıran, çok belirgin bir şeyden bahsetmek mümkün değil herhalde. Fakat bana bu kent her zaman güzel gözüküyor. 

Güneşinin batışı daha güzel veya ‘Sabahları esen, serin yeli gibisi yok.’ denilecek bir özelliğini ön plana çıkartmamın imkânı yok. 

Buna rağmen her şeyi ile Mıyekuape’yi hiç bir yerle kıyaslamamacasına seviyorum. 

Belki de bunda kendimi buraya ait hissetmemin, bu toprakları sahiplenmemin büyük etkisi var.  Bu yüzden bana her şeyi güzel geliyor (olabilir).

***

Yaz henüz gelmedi ama şimdiden ben size Mıyekuape’nin yaz mevsimini anlatayım. Belki aranızda yazın Mıyekuape’ye gelmeği düşünenler vardır.  


Kenti dolduran öğrenciler memleketlerine dönmüş veya dönmek üzeredirler. Şehirde yaşayan Adıge(Çerkes)lerin büyük kısmı köylerine yaz tatiline gitmişlerdir. 

Köyde evi barkı olmayanlar daça (bağ evlerine) taşınmışlardır. Daha varlıklıları ise bir yerlere tatile gitmişlerdir.

Şehir tenhalaşmıştır. Gündüzleri sokaklar oldukça boştur. Şehirde kalıp bir yere gidemeyenlerin büyük çoğunluğu kentin etrafındaki nehirlerin kenarlarındadırlar. 

Şehir parkının içerisindeki, adeta göl denilecek büyüklükteki yüzme havuzunun etrafı yaşlılar ve ufak çocuklar ile doludur.

Kısaca yazın kentimiz pek bir boştur. Doğma büyüme Mıyekuape’liler için şehrin en sıkıcı zamanı bu dönem olsa gerek.

***

Bahar ve yaz aylarında diasporadan pek çok kişi anavatanı ziyaret etmeğe gelir. Pek çok dediğime aldanmayın. Haftada üç-dört kişiden hesaplayıverin.

Turistlerle en çok karşılaşacağınız yer şehrin merkezinde, sadece yaya trafiğine açık bir cadde üzerinde yer alan, yurt dışından gelip Mıyekuape’ye yerleşmiş işletmecilerin sahip oldukları cafelerin önleridir.

Pazar yerinde öğleden sonraları işler yavaşlamağa başladığında, tezgahı terk edip bende bu cafelerin önüne giderim. 

Ne kadar olmasa doğup büyüdüğünüz yerlerden gelen bir insanla karşılaşma ihtimaliniz vardır. Uzun yıllar görmediğiniz bir arkadaşınızdan bu gelen turistler vasıtası ile bilgi alabilirsiniz. 

Cafelerin önüne yaklaştığımda genelde buraya yerleşmiş olan bir tanıdığımla birlikte otururlarken rastlarım onlara. Selam verir ellerini tutarım. 

Tanışırız. 

Kafkasya’ya gittiklerinde gördükleri şeyler; ağaçlar, evler, kent ve konuştukları bizleriz.  Biz ise pek çoğunun ismini bile daha sonra hatırlamayız. 

Hayatımız boyunca bir defa görüp bir kaç saat konuştuğumuz herkesi hatırlamamızın imkanı yok. Bu konuda bizleri ayıplamazsınız sanıyorum.

Hemen hemen her yıl farklı görüşlere sahip ama bir önceki yıl gelip kendilerine benzeyenlerden pekte farklı olmayan insanlarla karşılaşıyorum. 

Bazıları dindarlar. Dini ön plana çıkartıyorlar veya kendilerini bu konularla alakalı gösterecek şeylerden bahsetmekten hoşlanıyorlar. 

Sokaklarda gezen insanları göstererek ‘-Yahu böyle de olunmaz ki’ diyorlar. 

Kafkasya’da dini yeniden uyandırmak için biz buraya yerleşenlere düşen görevleri sıralıyorlar. 

Köylere gidip insanları nasıl bilgilendirmemiz gerektiğini anlatıyorlar.  

‘Mesela cenazeleri kullanabilirsiniz, Adıge(Çerkes)ler cenazeye çok önem verirler.’ diyorlar.  

Bizse tabii ki dinliyoruz. 

Bazen turist olarak gelen dindar arkadaşımız buraya yerleşmiş ateist bir başka arkadaşımızla münakaşaya tutuşuyor. 

Bense dinlemeğe devam ediyorum. Zaman zaman saatime bakıyorum. Bu tip münakaşalardan pek hoşlanmıyorum. 

Bu yaşa gelmiş insanların, beş dakikalık fikir teatisi neticesinde inançlarını değiştirebileceklerine inanmıyorum. Artık konuşmalarının seyri iyice hararetlendiği bir zaman ise turist arkadaşın omzuna dokunarak:

-‘Nıbjeğu, ikindi vakti geldi. Haydi, camiye gidelim. Ezan okunmak üzere’ diyorum. 

Arkadaş birden donup kalıyor. Ne diyeceğini şaşırıyor. Bense içimden gülerek devam ediyorum:

- Hem cemaatle kılmış oluruz. Hem de siz buradaki Müslüman kardeşlerimizi bir görmüş olursunuz.

- Yaa.. Şimdi abdest almak lazım... Ben pek..te müsait değilim. Aslında ben o kadarda dindar sayılmam ama burasının kurtuluşu dinde diye düşünüyorum da... 

Onu dile getirmek istedim, yoksa... 

Oldu mu şimdi? Olmadı tabii ki. 

Bazen; çok nadiren olsa da ‘- Haydi, haydi gidelim, iyi olur vallaha. Konuşmaya daldık. Az kalsın vakti geçirecektik’ diyenler de çıkıyor. Onlarla da camiye gidiveriyoruz. 

Bir vakit namaz kılsak fena olmaz yaa..

***

Bazen de gelenler sosyalist kökenli oluyorlar. Sosyalizmin Çerkes(Adıge)lere zamanında sağladığı iyi şeylerden bahsediyor, bahsediyorlar. 

Bir an dalıyorsunuz hani şu Abhazya’yı Gürcüstan’a bağlayan, Çeçenleri- İnguşları sağa sola süren, Şapsığlar’ın elinden rayonlarını alan Stalin’den bahsettiklerinde uyanıyorsunuz. 

 ‘Stalin’i iyi bilmek lazım, mirim. İlkel köleci feodal toplumu tahlilini okumadan bilmeden bu halk uluslaşamaz!’ 

Bir şey demiyorsunuz, diyemiyorsunuz. 

Ayıp olur. ‘-Burada, şu sokakta gördüğünüz hemen hemen herkes Türkiye’deki inkılap tarihi misali komünizm dersi okudu, herkesin evinde hala Lenin ve Stalin’in toplu eserleri bulunuyor veya Stalin Kafkasyalıları sağa sola sürerken kendi yazdığı eseri okumamış mıydı?’ diyemiyorsunuz. 

Aynı şeyleri bir önceki yıl gelen diğer turiste söylediğinizde; 

-İşte onlar iyi okumadıkları, tahlil etmedikleri için Revizyonist bakış açısının sonuçsalında... Kafkasyalıların aslında birazda hak etmediklerini söylemek... tırı-tırııı, gibi cevabı aklınıza geliyor.

Komünist ve Liberal olanlar birbirlerine çok benziyorlar. Her ikisinin de Adıgey’de en çok dikkatlerini çeken şey, Krasnodar’dan Mıyekuape’ye gelirken yolda gördükleri boş araziler. 

Size ne iş yaptığınızı soruyorlar. 

Pazarda işporta bozması bir tezgahta ticaret yaptığımı söylediğimde, eğilip kulağıma sanki gizli bir şey söyleyeceklermişçesine:

- Bak kardeşim, en önemlisi üretim (Sosyalist olanı komünal üretim, kolhoz)’ diyor. 

Önünde oturduğumuz cafeyi başıyla işaret ederek;  

-Cafe ile lokanta ile bu memlekete de kendine de faydalı olamazsın! Üretim yapmalı, her şeyin başı üretim.

Hepside biraz Çerkesce bildiği (hatta bazıları alfabeler keşfeden,  Çerkes(Adıge)ler için yazıyı bulan adam olarak tarihe geçecek şahsiyetler olduklarından) Mıyekuape kelimesinin elma ile alakalı olduğunu size ‘şıp’ diye söylerler.

-Mıye (elma) memleketinde yaşarken. Yolda gördüğüm arazilerin boş olması çok yazık. -Yahu onlar artık sahiplerini bulmuş araziler, birileri satın almamışsa bile 50-100 yıllığına çoktan kiralamıştır. diyemezsiniz. Derseniz de cevap hazırdır:

-Kardeşim sen bu filmi görmüş adamsın. Türkiye’de kapitalizmi yaşamışken, burada ondan habersiz, onu henüz tanımamış insanların elinden arazileri almak sana çocuk oyuncağı gibi gelmeli’ derler. (He yaa... Vallahi öyle)

Dinlersiniz, dinlersiniz... 

Tarlayı alıp elmaları dikmesi işten bile değil. Kolay elbette ama beş-on yıl, elmalar yetişene kadar hem onların bakımı için hem de kendi yaşamınız için gerekecek parayı kafanızdan hesap eder, kendinizden utanırsınız. ‘Şu kadarcık parayı (!) nasıl bulamam’ diye iç çekersiniz.

Daha farklı görüşlere sahip olanları da; hep bu ‘elma bahçesi’  işini bir aklınıza getirirler. 

Kimisi bir-kaçımızın bir araya gelip kolhoz kurmamızı, zaten bu geleneğin burada olduğunu anlatır, kimisi de büyük düşünüp meyva suyu fabrikası da kurdurtur size. 

Hatta gerekirse Türkiye’de pazarlamasını da ayarlayacak bağlantılara sahiptir, gereken fideler için lazım olacak çelikleri ise İstanbul’a döner dönmez bize gönderebilecek tanıdıkları da vardır...

 ***

Sohbetler hemen hemen bu şekilde yinelenir durur. Bazen de tam tersi olur. Gelen turiste fırsat bırakmadan onun söyleyeceklerini, buraya yerleşmiş olan ona tekrarlar. Konu yüzlerce defa anlatıldığı için bir çırpıda dile getirilir. 

Sosyalist olanla köy enstitülerinin Adıge (Çerkes) Xasesine adaptesi üzerinde durulur, dindar olanı ile ‘sünnet düğünü’ geleneğinin Adıge (Çerkes)ler arasında yerleştirilmesi üzerine konuşulur. 

Partili ile Adıgey’in demokratikleşme süreci değerlendirilir. 

Ekonomist ile bankomatlar üzerine konuşulur, maaşların biriyle on beşinde dağıtılmasının Adıgey ekonomisine olacak katkıları hakkında hemfikirlere varılır. 

Bu konuşmalarda bana hep komik gelir. 

Belki yüzlerce defa dinlediğimden, belki de bu bahsedilen konuda her iki tarafında aslında bir şeyler yapmayacağını bilmemden olsa gerek. Bazen bende katılırım sohbete; bir yalan da ben sallarım... 

Ne olmuş ki.. Nasıl olsa yapmayacağımız, yapmayı bile düşünmediğimiz konular hakkında ahkam kesmiyor muyuz?!

Bir diğer konu ise Adıgey’in reklamı, tanıtımıdır. 

Ya, yeni gelen turist Adıgey hakkında bildiklerini kanıtlamak için size Adıgey ve Adıge tarihini anlatır. Ya da tam tersine; Türkiye’den bir dünya masraf yapıp Adıgey’e gelen, Kafkasya’ya gelen, bu bilince sahip olan turiste burada yerleşmiş olanlar Adıgey reklamı yaparlar. 

Bu ise daha da komiktir. 

Adam kalkıp buraya kadar gelmiş yahu. Ona ‘hiç olmazsa tatillerini burada geçir’ demenin bir mantığı yok ki. Zaten tatile gelmiş... Zaten gelmiş burada, Adıgey’de...

***

Gelen turistlerin büyük çoğunluğu Adıgey’li Çerkes(Adıge)lere yalan atar. 

Mıyekuape’de gezdikleri süre boyunca, buraya gelmelerine engel olacak adı anılabilecek, işlemeyen şeyler ararlar. 

Hemen hemen hepsi dönüşçüdür. Ama dönmeyecek dönüşçülerdendirler. Bahaneler ararlar. Dişe tırnağa dokunacak bir şey bulamazlar. 

Burada gördükleri tanıştıkları insanlar yerli Adıge (Çerkes) ve akrabaları iseler onlara muhakkak yalan atarlar. ‘ 

Önümüzdeki yaz, işlerimi halledip kesin dönüyorum. Emekliliğime az kaldı. Emekli olunca buradayım’ derler. 

Daha kısa kesenleri ise ‘ТыкъэкIощт, къэдгъэзэжьыщт!! (geleceğiz, geriye döneceğiz)’diyerek akrabalarını kandırdıklarını sanırlar. 

Yalanları kendilerince masumdur. 

Daha sonra bu yalanı nasıl attıklarını hatırlamazlar bile. Ama benim gibi buraya yerleşmiş arkadaşlar ile akrabaları bir daha sokakta karşılaştıklarında ‘evet, o da yalancıymış. Geri gelmeği bırak bir kere bile aramadı. O’da diğerleri gibiymiş.’ şeklinde anıldıklarından haberleri yoktur.

Turistlerimizin akıllarına Adıgey’de yaşayan yüz bin küsur Adıge’yi dünyanın her yerinden değişik zamanlarda akrabalarının ziyaret ettiği gelmez. 

Adıgey’de ‘ТыкъэкIощт, къэдгъэзэжьыщт!! (geleceğiz, geriye döneceğiz)’ yalanını duymamış bir tane Çerkes ‘Adıge’ kalmamış olmalı.

Devlet görevlileri de, halkta aynı yalanı defalarca duymuştur. Onlarda benzer şekilde bu yalanlara inanmış gibi yapıp başka yalanlarla cevap verirler. Her iki tarafta aslında yalan söylediğini bilmektedir.

Çoğu dernekçidir, Türkiye’ye geri döndüklerinde de bu hikâyeler sürüp gider.

Böylece dernekçi arkadaşımızda ‘inandığını söylediği Çerkes davası için’ bir şey yapmamasının kılıfını biçmiştir. 

Eee koca adamın elma bahçesi yetiştirmekten anlamadığı bir gerçektir. Dernekteki herkes bunu bilir. 

Çerkesliğin kurtarılması, Kafkasya’da yaşayanlarında söylediği gibi (!!!) ‘elma bahçesi’ kurup işletmekten geçiyorken ne yapılabilir ki... 

Elma bahçesi yetiştirmekten anlamıyorsanız, bir şey yapamazsınız...

Mıyekuape’de bahar-yaz hep böyle geçer.  Kısaca burada bu mevsimler ‘yalancılık zamanıdır.’

Açumıj Hilmi Özen