Blogda Ara

2 Nisan 2010

Mandalina Yaprakları

Ben sosyal bir insan değilim. 

Kalabalıklardan hoşlanmıyorum. 

Düğün dernek ise, gitmem eğer çok zorunlu değilse hiç tercih etmediğim şeylerden.

Evde oturmaktan hoşlanıyorum. 

Bir kitap okumak, Rusçamı ilerletiyorum bahanesi ile televizyon seyretmek daha hoşuma gidiyor.

Konuşmakta ihtiyaç. 

Öyle herkesle konuşmaktan da hoşlanmıyorum. Ama dinleyecek birisini bulduğumda da birikenleri söylemekten haz alıyorum.  

Yazmaktan da hoşlanıyorum. 

Bakmayın bir on-on beş yıl kadar yazdıklarımı hiç bir yerde yayınlamamış olduğuma. Yetenekli falan olduğumu düşünmüyorum. 

Sadece sosyal bir insan olmadığım için konuşma ihtiyacımı monitörde yazdığım satırlarla gideriyorum.

Hemen hemen hiç kimse ile konuşmaktan hoşlanmadığım konularda var.


Ben bir müddet Abhazya’da bulundum. 

Savaş döneminin sonlarına doğruydu. 

Abhazya’da bulunduğumu bilenler savaşa dair bir şeyler sormaktan zevk alıyorlar. Zorunlu kalınca yüzeysel bir şeyler anlatıyorum. 

Bu gün öyle yapmayacağım. 

Bu gün savaşı anlatacağım. 

Kan, kanı anlatacağım, kokusunu anlatacağım savaşın.

Neden mi? Gerekti.

Bir de benim kötü bir huyum var. Gerektiğinde...

***

Savaş denildiğinde, bu kelimeyi duyduğumda aklıma gelen ilk şey ne korku, ne pişmanlık ne suçluluk duygusu ne de başka bir şey. 

Belki hepsinin karışımı belki de bambaşka isimlendirilmesi gereken bir şey.

Bir-iki günlük açlık. Dilini bile anlamadığın ama çok yakınından daha yakın hissettiğin bir dostla bulduğun bir konserve kavanozu. 

Üç litrelik konserve kavanozu. 

İçi çok sevdiğin patlıcan kızartması ile dolu bir kavanoz. 

Mandalina ağacı, olmamış yeşil mandalinalar. 

Açlığı, çok sevdiğin patlıcanlarla, dilini bile bilmediğin candan yakın can dostunla doyurman.

Altına uzandığınız mandalina ağacı, yeşil mandalinalar. Yaprakların arasından süzülen güneşin sıcaklığında çiseden sırılsıklam olmuş paçalardan tüten buhar...

Ve шъуиииий макъ. Havada uçuşan mandalina yaprakları.

Candan yakın, yarım saattir tok olan arkadaş. Ve savaşşş.

Sırtınızdan attığınız fişekliklere, tüfeğe saldırış. Ve arkadaşın inlemesi. Tüfek mi arkadaş mı diye tereddüt etmek. 

Arkadaşının dağılmış bağırsakları arasında gözüken patlıcan parçaları, kan, mandalina yaprağı, yapışmış... 

Savaşş, işte savaşşş... 

Biraz taze kırılmış mandalina dalı kokusu biraz yeni dökülmüş kurşun madeni kokusu.

B'raz da elini yakan arkadaşının sımsıcak bağırsakları, kurşun madeni... 

Savaş, bir daha patlıcan yiyememek, yeni kesilmiş otların artık iğrençleşen kokusu... 

İşte bu savaş.

Kimseye anlatmadım… Kim sorduysa savaşı, işte öyle... diye geçiştirdim.

Başkaları başka başka gördü savaşı. 

Herkes başka gördü savaşı. 

Ama inanın kim gördüyse onu hiç unutmadı ve ne yazık ki hiçte unutmayacak...

Bende, başka Adıgeler de gördü onu, başka başka şekillerde, başka başka zamanlarda... 

Ama hiçbirisi unutmayacak. 

Birbirimizi gördüğümüzde de konuşmuyoruz. Başka şeylerden bahsediyoruz. Ama akıllarımıza gelenleri birbirimize söylemeden anlıyoruz.

Gürcistan faşizmini unutmayacağız. 

Çerkesya’da böylesi anları, kazımak istese de, kafasından kazıyamayan pek çok Adıge var.

Savaş kelimesini bile duymak istemiyorum. 

İsmi savaş olan insanlardan bile hoşlanmıyorum.

Ve biliyorum ki tüm savaşlar aynı. Aynı olmalı. Hiç birisi unutulamayacak...

Ve bin yıl öncede vardı savaş, yüzyıl öncede yüz elli yıl öncede vardı. 

Her zamanda savaşın kokusundan nefret edenlerin yanı sıra hoşlananlar da vardı. Ve hala varlar.  

Gürcistan’da faşist yönetim hala hoşlanıyor bu kokudan ve hala Gürcistan’da bundan hoşlanmayanlarda var.



Nikolay İvanoviç Lorer (1794 —  1873) savaşı bilen insanlardan. 

Çağının ilerici aydını olması nedeniyle (ne yazık ki) savaş gören, savaşın en yoğun olduğu yere sürülen dekabrist. 

Çerkesya’ya, atalarımın sürülmeden önce yaşadığı topraklara sürülen Rus aydını. 

Savaştan savaşın kokusundan hiç hoşlanmayan, anılarında bunu dile getiren birisi.

Lorer gördüğü Çerkesya’yı, savaşı, savaşın kokusunu ciğerlerine çeken ve bundan hoşlanan Zassı anlatıyor:

‘’Zass, karargahının yakınında, özel olarak yapılmış küçük bir tepenin üzerine, mızraklara geçirilmiş, sakalları rüzgarda uçuşan Çerkes kafaları dizmişti. Bu iğrenç tabloyu seyretmek üzüntü vericiydi… 

Bir gün Zass, davetlisi bir hanımın ricası üzerine düşman kafalarını kaldırmayı kabul etti. Bizde o sırada misafiriydik. 

Generalin çalışma odasına girdiğimizde dayanılmaz, iğrenç bir kokuyla sarsıldım. Zass gülerek, yatağın altında kafaların konduğu sandıkların bulunduğunu söyleyerek şaşkınlığımızı giderdi ve camlaşmış gözleriyle korkunç şekilde bize bakan birkaç kafanın bulunduğu kocaman bir sandığı çekip çıkardı.

 ‘’ Onları neden burada tutuyorsunuz’’? diye sordum. 

‘’ Onları kaynatıyorum, temizliyorum ve anatomi çalışmaları için Berlin’deki profesör dostlarıma gönderiyorum’’ diye karşılık verdi. (*)

Ve bir şekilde, bir yerlerde hala savaş hayali kuranlar var.

Ve ben biliyorum ki Abhazya’da, Gürcistan’da, Rusya’da, Türkiye’de ve bilmediğim pek çok yerde savaş geçen cümleler bile kurmak istemeyen insanlar var.

Ve ben biliyorum ki bu kokuyu tadan atalarım var. 

Ve bunu hiç unutmadan gözlerini yumanlar var. Ve ben savaştan nefret ediyorum. 

Geçmişte olanından, görmediğim bilmediğim kadar eski tarihlilerinden, ve ne yazık ki unutamadığım savaştan da nefret ediyorum. 

***

Muhabbete geldim wahayra hayra 

Sofranıza geldim wahayra hayra 

Oynamaya geldim wahayra hayra


Şarkı söylemek ne güzel, ne güzel ulusunun ezgilerini dile getirmek. Ulusunun dilinde değilde başka bir dilde de olsa hala ezgileri söylemek..

Atalarım Türkiye’ye göç etmişler, öyle diyor bazıları....

Muhabbete geldim wahayra hayra 

Sofranıza geldim wahayra hayra 

Oynamaya geldim wahayra hayra


Bilmemek, geçmişi bilmemek, savaşın kokusunu almamış olmak, alan ataya sahip olmamak ne güzel... 

Böyle hissetmek, böyle sanmak, böyle düşünmek ne güzel. 

Ve en güzeli en güzeli hala patlıcan yiyebilmek... Bilmemek... Görmemek... Duymamak... 

Muhabbete gitmek, oynamaya gitmek. Bunlar için vatanı terk etmek, böyle bir ataya sahip olmak.



Açumıj Hilmi Özen



(*) N. İ. Lorer. Bir Dekabristin Notları 1984 baskısı