Blogda Ara

15 Mart 2010

Has(i)beye Yakışıyor

Düzceli olanların, yazımın başlığını okudukları gibi gülümsediklerini görür gibi oluyorum.

Duymayan ve duymadığından dolayı da bilmeyenlere anlatayım.

Zamanında Düzce’de bir hoca varmış. Keskin mi keskin, sert mi sert vaaz edermiş. Hocanın Hasibe isminde ama herkesin ‘Hasbe’ diye çağırdığı bir kızı varmış.


Hoca bir Cuma hutbesinde halka vaaz verirken yine kendini kaybetmişçesine:
 –‘Kızlarınıza dikkat edin, giyinişleri onları ......’diye diye insanlara seslenirken, cemaatten birisi duyulur duyulmaz bir sesle:
–Hasbe gibimi giyinsinler, Hoca efendi?

Hoca topluluktan işittiği sesi duyunca bir an irkilir. Dudakları titremeye başlar. Susar, biraz düşünür:
-‘Ama bizim Hasbeye de yakışıyor.’ der.   

***

Çerkes(Adıge)ler olarak uzun zamandır bir sansür ile karşı karşıyayız. Bu Türkiye’dekiler için de anavatan da yaşayanlar içinde geçerli. 


Nart destanları ve tarihimizle alakalı diğer destan, ağıt vs toplanırken SSCB’nin ideolojisi çerçevesinde bir süzgeçten geçirilerek bir araya getirilmiş. Mesala uzun dönem batı Adıgeler’ince Şebatınıko diye tanınan ülkenin doğusunda yaşayanlarca Pşı Badınıko diye anılan Nart destanı kahramanının sıfatı olan Pşı (bey, prens) ifadesi kullanılmamaya özen gösterilmiş.  Halkın hafızasında derin izler taşıdığı için de günümüzde bile (Allaha şükür) Pşı Badınıko olarak hatırlanıyor. 

Nart Destanları, tarihin çok eski çağlarından başlayarak 19. yüzyıl sonlarına kadar uzanan bir zaman diliminde oluşmuş. Hadağatle Asker tarafından derlenip bir araya getirilen yedi ciltlik eser Nartlar hakkında bildiklerimizin çoğuna kaynak teşkil ediyor. Nart destanlarında İslamiyet’in kabulünden sonraki döneme ait tekstlere de rastlıyoruz. En belirginlerinden birisi Nart Meleçıphu (Melek kızı ‘Melek isimli birisinin kızı anlamına gelen özel isim’) ile alakalı tekstler. 

Çok yaşlananların toplumdan tecrit edilmesi veya öldürülmeleri kararlarının alındığı Jjıwuk’ hase ile alakalı tekstlerde ilgi çekici. Bu tekstlerin, antik çağlara kadar uzanan bir geçmişe sahip olduğu, anlatılan olaylardan belli. Enteresan olan şey ise, Jjıwuk’ hasesinin ortadan kaldırılmasına vesile olan ünlü Nart Jemadıwu ile ilgili 19. yüzyılda gerçekleşme ihtimali yüksek olan başka bir olayında anlatılması. 

XIX. yüzyıl’da olan savaşlar esnasında Rus Çarlığının Çerkeslere uyguladığı büyük ambargo sırasında Çerkeslerin sıkıntısını çektikleri malların başında, savaşı devam ettirmeleri için gerekli olan teçhizat ve tuz geliyordu. Nart Jemadıw’un adının geçtiği tekstlerden bazısında Jemadıw’un, bir yerde tuz bulması anlatılır, tuz bulduğu için de insanlar sevinirler.

Bu destanı oluşturan halk bir arada yaşarken ve tecrübelerini bir sonraki nesile aktarmanın yolu olarak, (henüz yazıyı kullanmadıkları 19. yy sonlarına kadar) söylenceleri seçtiği düşünülecek olursa, Jemadıw’un tuz bulması son derece normal. İslamiyet’le gelen Melek ismini taşıyan kahramanların, Nart destanında yer alması da normal. 

Amerika kıtasının keşfinin ardından dünyaya yayılan mısırın, Çerkeslere ulaşmaması da mümkün değildi. Mısır 16. yy dan itibaren önce avrupadan başlayarak eski dünyaya yayıldı. Nart destanlarında da mısırın önemi var. 16 -17. da Kafkasya’ya yayılmış olduğu varsayılan mısırı, Çerkeslere, Nartlar’a sunan kahramanın adı, Nart destanlarında Nart Şeretlıko olarak geçiyor. Olay çok net, temiz ve anlaşılır bir dille, Nart Şeretlıko’nun dilini anlamadığı işaretlerle konuştuğu başka bir ülkeden, natrıf  (mısır) getirdiği şeklinde anlatılır. 

Kısaca bu yedi cilt içerisinde 19. yüzyıl sonuna kadar uzanan Çerkes (Adıge) tarihinden kesitlere rastlamak mümkün. Örnekleri çoğaltmak elimiz de.

Destanların oluştukları son yüzyıllara ait bazı tekstlerin yedi ciltlik bu eserde yer almasını Hadağatle Asker’e ve eserin, SSCB sansürünün zayıflamağa başladığı 70’li yıllarda basılmış olmasına borçluyuz. Ne yazık ki Nart destanlarının büyük çoğunluğunun toplandığı derlendiği 1945’li yıllardan 1960’lı yıllara kadar olan dönemde SSCB’deki Stalinist yoğun sansürün varlığı, bu şekilde derlenmiş metinlerin azlığına sebep olmuş. Sonraki dönemlerde ise Nart destanlarını bilen insanların sayısındaki azalma, derleme zorluğunu getirmiş. 

İslamiyet sonrası dönemde yaşadığı belli olan Nart kahramanlarından, Rus çarlığı ile ilişkilerin ve savaşların olduğu dönemlerde ki olaylardan bahseden tekstler, Nart destanların da yer alıyor. Fakat ne kadar ilginçtir ki İslamiyetin Çerkeslerce kabul edilmeğe başladığı dönemle ilgili, Rus çarlığı ile yapılan savaşlarla ilgili tekstlere rastlayamıyoruz.
Çerkes(Adıge) kültüründe, Nart destanlarının ne kadar önemli yeri olduğunu hepimiz biliyoruzdur. 

SSCB’nin uyguladığı sansür neticesinde ne yazık ki Nart destanlarının bir kısmı bu gün elimizde değil. 
İşin diaspora, Türkiye ayağına gelince,  durum daha da kötü. Devletin Çerkes(Adıge)ce bile konuşmayı yasakladığı bir dönemde, bırakın Nart destanlarını, dilin kendisi bile nerede ise kaybedilmiş durumda.

***

Yaşadığımız ülkelerden kaynaklanmayıp, kendi kültürel yapımızdan kaynaklanan bir başka sansürle ise uzun yıllar karşı karşıyaydık. Çerkeslik Onuru’nun sebep olduğu bir sansürdü bu.

Vatanından sürülen, atılan atalarımız ne yazık ki bu Çerkeslik onuru yüzünden dönemin acılarını, olaylarını gelecek nesillerine aktarmadılar. Çerkeslerde çocukların yanında konuşulmayacak şeylerden biriside bu olaylardı. Babanın çocukları ile konuşmaması bir nevi sansür kurumu halini almıştı. Sürgün öncesi p’ur geleneğinin yaşadığı dönemde çocuğun ‘p’ur’ olarak verildiği aile geçmişi yeni nesle aktarma vazifesini de yerine getiriyordu. 

Sürgünün ardından ‘p’ur’ geleneğinin yaşatılabileceği sosyal ortamın yeniden temin edilememesi, nesiller arasında kopukluğun oluşmasının etkenlerinden birisi. Sosyal yapımızın, sürgünle tamamen denilecek derece de bozulmasının yanı sıra içinde yaşanılan devletlerin asimile politikaları da geçmişimizden kopmamıza sebep oluyordu.

***

Daha sonraki yıllarda bizim dışımızdaki güçlerin sansürünün yanı sıra kendi ‘aydınımsılarımızın’ geliştirdiği bir sansür anlayışı daha ortaya çıktı. Diasporada yaşayan insanlar asimilasyon neticesinde Çerkes’ceyi kötü konuşur duruma düştüler. Kültür ve dil konusundaki erozyonun önüne geçmek isteyenler artık vatanda derlenen, geliştirilen öğelerden faydalanmağa başladılar. Vatandaki bu üretim ile ilişkiyi sağlayacak derecede dil bilen, okuma yazma öğrenen kesim ise kendini birden Çerkes aydını sınıfına soktu. 

Anavatan da basılan eserler, Türkçeye çevrilmeye başladı. Çerkeslik davası ile ilgilenen az sayıdaki insanın içinden çıkan, daha az sayıda dil bilenler, sadece kendilerinin önem verdikleri konularda eserleri çevirmeye başladılar. 

Bu eserler de dikkatimizi çeken şey ise; SSCB’nin sansüründen geçen yapıtların, birde bizim Türkiyeli Çerkes aydınının da sansüründen geçmesi idi. Çevrilen bu eserlerin Türkiye genelinde basılıp yayılmasının kolay olması için, (bahsettiğim dönemde ki) Türkiye devletinin kabul etmeyeceği şeylerden mümkün mertebe üstü kapalı bahsedilmesi gelenek halini aldı. Sadece bununla da sınırlı kalınmadı. Bu dönemde ortaya konulan eserler de, (Türkiye’deki Çerkeslerin asimile olma süreçleri neticesinde) Çerkeslerin arasında geliştirilen kültüre de uygun olması gözetiliyordu.  

Devletlerden kaynaklanmayan, kendi aydınlarımızın geliştirdiği sansür yapısının temelinde ise, ‘vatana dönüş olgusuna zarar getirecek her şey zararlıdır’ düşüncesi yatmaktaydı. 

Şimdi, günümüzde yaşayan (bir kısmı günlük konuşmaları yarım yamalak bilmenin dil bilmek olduğunu düşünsede) kendi dilini bilmeyen, anlamayan gençlerimizin ellerinde, içinde Nart jemadıw, Nart Şeretlıko ve Nart Meleçıphu’nun yer almadığı Nart destanlarından Türkçeye çevrilmiş tekstler var. 

Çerkes romanı olarak; Acemcenin gurur kaynaklarından olan Zaloğlu Rüstem destanını, Çerkesçenin de zengin bir dil olduğunu kanıtlamak amacıyla adapte edip kaleme alan Ç’eraşe Tembot’un ‘Tek Atlısı’Türkçeye çevrilmiş olarak var. Veya Türkiye de yazılan, bahsettiği dönemde henüz müslüman olmamış Çerkes boylarını bile çok temiz bir şekilde İslamiyet’i yaşıyorlarmış gibi gösteren fantastik anlatımıyla ilgi çekebilen ‘Genar’ romanı. 

Gerek çeviri, gerekse özgün yapıtların, halkımıza faydası olduğunu aklımıza getirirsek; yararları olduğu sonucuna varıyoruz. 

O günler düşünüldüğün de bazen bu tarzın kaçınılmaz bir şey olduğunu düşünmemiz de mümkün. Bazen de tam tersine, o tarihlerden itibaren, gerçekleri olduğu gibi (elden geldiği derecede) halkımıza yansıtmış olsalardı, günümüzde ki diapora Çerkeslerinin yapısının farklı gelişebileceği de aklımıza gelmiyor değil.

Bu sansürler sadece roman, hikaye, destan, tarih üzerine de değildi. Dil konusunda bile önümüze çıkıyorlardı. Mesela şöyle bir örnek verebiliriz:

Türkçede ‘Allah’ın rahmet kapılarını açması, rahmet kapıları’ gibi bir deyim var.  Burada bahsedilen şeyin fiziki bir kapı, gıcırtı çıkartarak açılan bir kapı olmadığını hepimiz anlıyoruz. Dini bilgisi olanda olmayanda, dine inanmayan da, bahsedilen kapının bir kapı görüntüsünde olmadığını biliyor.

1960’lı yıllarda, Adıgey’de basılmış bir sözlükteki bu kelimeye karşılık gelen adıgece sözcüğü ele alalım. Bu sözlük her üç cumhuriyette basılan Adıgece sözlüklerin en gelişmiş ilk atası. Daha sonra ki yıllarda Adıge cumhuriyetlerinde basılan tüm Adıgece sözlüklerin, kaynak olarak aldıkları Hat’ane A. Ç’eraşe Zeynep’e ait sözlük. Bu sözlükte yer alan Уаипчъ ‘wayipç’ kelimesini inceleyelim: 

Уаипчъ (уаипчъэр) 1. Адыгэмэ шIошъхъуныгъэ пхэнджэу ахэлъыгъ: зэгъо дэдэрэ уашъом ипчъэ зэкъооу мэхъу аIощтыгъэ. Ащ уаипчъ раIо.... 

Wayipç  1. Adıgelerde batıl inanç olarak yer alıyordu: Bazen göğün kapısı aralanıyor diyorlardı. Buna ‘wayipç’ denilir.... Kelimenin açıklaması bu şekilde sürüp gidiyor.

Günümüzde sayıları oldukça çoğalan Çerkesce- Türkçe sözlüklere baktığımızda ise, bu kelimenin hiç bulunmadığını veya ‘rahmet kapısı’ anlamında yer verilmediğini, bunun yerine deyimleşmiş anlamına değinildiğini görüyoruz.

Bu ve benzeri örnekleri daha da yaymaya kalkışırsak, binleri bulan örnekle karşılaşmamız mümkün. 

Benim anlamadığım şey; Çerkeslerin içinde yaşadıkları devletlerin zorlamaları, sansürleri neticesinde yapmak zorunda kaldıkları seçicilik değil, Çerkeslerin ‘haspaya yakışıyor.’ misali yaptıkları. Kendi kendilerine, kendi gerçeklerini halklarından (kendilerince mantıklı gördükleri sebepler öne sürerek) gizlemeleri.

Bir kısım Çerkesin, vatanı cennet diye gösterme çabası, diğer kısmının ise cehennem diye gösterme çabası, Anlayamadığım şey bu. 

 ***

Geçen hafta sitemizde yayınlanan bir haber hakkında, Mıyekuape (Maykop)da yaşayan Türkiye de doğup büyüyüp buraya yerleşmiş arkadaşlarım tarafından eleştirilere maruz kaldım. 

-Yahu, böyle haberleri yazmamalısınız. Türkiye’dekiler zaten havadan nem kapmağa meyilliler. Yazmayacaktınız. 

-‘Haberi ben hazırlamadım, kimsede bana sormadı?  Sormamaları da, birilerine sormamaları da, birileri şimdi ne der demeden yayınlamaları da çok doğru. Ulusumuzu ilgilendiren her haberden herkes haberdar olmalı....’ diyerek cevaplar verdim.

Bu haber; arkadaşımız, ağabeyimiz, kardeşimiz Цурмыт (Çurmıt)  Naci’nin gasp edilmeğe çalışılması hakkında hazırlanan haberdi. 

Bizi derinden üzmesine rağmen aslında basit bir asayiş haberinin dallandırılıp budaklandırılabilen bir konuya dönüştürülebilecek olmasını düşünmemiz bile toplumumuzun yıllar boyunca maruz kaldığı sansürcü anlayış nedeni ile ne kadar bozulduğunu gözlerimiz önüne seriyor. 

Evet hırsızlık amaçlıymış, evet yapanlar Adıgelermiş. Evet evet.....

Evet Adıgey’de hırsız, katil, arsız, şerefli, şerefsiz insanlarda var. Aynı Türkiye’de İngiltere’de vb. ülkelerde olduğu gibi. 

Bunların içinde Adıge olanlarda var. Evet, varlar.

Dilimizde homoseksüelden tutun hırsıza kadar her türlü suç ve suçluyu tanımlayan kelime mevcut. Bu demek ki daha önceleri de Adıgeler arasında suç ve suçlular vardı...

Adıgey’de veya Rusya’da asayiş açısından durum nasıl diyecek olursanız; kısaca ‘Türkiye’den pek de farklı değil’ diyerek yanıtlamam mümkün.

Sorunumuz asayişin durumu değil. Hiç suç işlemeyen bir toplum oluşturmak ne bizim, ne de dünyadaki herhangi bir yerin, bir ulusun becerebileceği şey değil. Sorun, var olan şeyleri yokmuş, olmamış gibi göstermemiz. Bu konulara hiç değinmememiz veya tam tersine bu olayları olabilecek en abartılı şekilde anlatmamız. 

‘Haspaya yakışıyor’ misali sansürü kendimize (ya güzelliklerden başka bir şeyden bahsetmeyerek ya da olumsuzluklardan başka bir şeyden bahsetmeyerek) uygulamamız ve bunu doğru kabul eden bir zihniyete sahip olmamız. Bu yanlış değil mi?

Türkiye’den gelen bir kişinin gasp edilmesini, Adıgey de tamamen asayiş yokmuş gibi algılanabilir diye düşünmemiz ve ne yazık ki yıllarca yapılan sansür neticesinde gerçekten de Türkiye’deki birilerinin bunu böyle algılayabileceğini de bilmemiz. İşte sorunumuz bu.

‘Haspaya yakışıyor’ misali diasporadan vatanına dönenlerin başına gelen olumsuz olaylardan bahsedip, onların sebep olduklarından hiç bahsetmemek… ‘Yahuu haspaya’da yakışmıyor’ 

Ben daha önceki yazılarımda da bahsetmiş olmalıyım. Maykop kentinin pazaryerinde çalışıyorum. Köylerden gelen Adıgeler ile çok karşılaşıyorum. Türkiyeden geldiğimi öğrendiklerinde seviniyorlar, artık klasikleşmiş olan muhabbete başlıyorlar. Kendi sülalelerinden birilerini tanıyıp tanımadığımı sorguladıktan sonra konu geçen yıl kendilerini dolandıran Türkiye’lilere geliyor. 

Adam Türkiye’den kalkıp gelmiş, burada Türkiye’den gelen Adıgeler bulup, arkadaşlık kurup hemen hemen bütün Adıge köylerinde bu ilişkiyi kullanıp, tonlarca buğdayı kuruş para vermeden toplayıp ortadan kaybolmuş. Bizim köylüler adamın adını bile söyleyemiyorlar. Yanındaki Türk aksanı ile Adıgece konuşan çocukların adını bile bilmiyorlar. Tertemiz yüzleri vardı ‘кIалэ нэшIу-гушIощтыгъэх’ diyorlar. 

Laf-lafı açtı da bahsettim. Yoksa bende bu adamı tanımıyorum. Ne Türkiye’de ki ne de buradaki sitelerde, gazetelerde olayın yayınlandığını görmedim. Birde köylüler zırt-pırt bu adamı bana hatırlatmasalar. Hiç kimse hiçbir yerde yayınlamadığı için Türkiye’li birisinin buradaki köylüleri dolandırmış olduğu gerçeği yokmuş gibi yaşamak ne kadar güzel.
Allaha şükür ki, Adıgey’de bu dolandırıcı yüzünden tüm Türkiye’nin, Türkiye’de yaşayan Çerkeslerin dolandırıcı olduğu kanısı yaygın değil. 

Kısaca ‘haspaya yakışıyor’  demeden, ama aynı zamanda Reha Muhtar gibi de abartmadan, olayı kıyametin kopuşunun alameti gibiymişçesine dile getirmeden, her şeyi olduğu gibi tarafsızca anlatmamız gerekiyor.


Açumıj Hilmi Özen